🪁 Filozofların Eğitim Ile Ilgili Görüşleri
Filozoflara göre eğitimin amacı nedir? Eğitim her devrin ve devletin temel problemlerinden biri olmuş. "Ne İçin Eğitim" kitabında Nicholas Tate, filozofların görüşleri üzerinden eğitimin hedeflerini sorguluyor. Haşim Akın kitabı Dünyabizim için değerlendirdi. Kitap. Eğitim, yüzyıllardır insanoğlunun gündeminde.
EğitimFelsefesi - Faruk Manav kitabı en iyi fiyatla burada! Tıkla, Eğitim Felsefesi - Faruk Manav eserini hızlı ve kolay bir şekilde satın al.
2014 boyuttan oluşmaktadır. Yani eğitim felsefeleri ile ilgili ölçeklerde boyut sa-yısının çeşitlendiği anlaşılmaktadır. İlgili kuramsal alanyazın incelendiğinde ise daimicilik, esasicilik, ilerlemecilik ve yenidenkurmacılık olmak üzere dört tane genel kabul gören eğitim felsefesinin olduğu görülmektedir.
Bu yüzden bireyin gerçek yaşamı gözden kaçmıştır. Kierkegaard, ilk eleştirilerini bu tutuma ve bu tutumun büyük temsilcisi Hegel’e karşı yapar; ona göre soyut düşüncelere dalmak ile ya da doğa bilimlerinde yapıldığı gibi ölçüp biçmekle bireyin varoluşu anlaşılamaz. Varoluş, "somut, öznel ve uyanık insanın
Bu kavram çiftinin, bilimsel alandaki görünümü, akılyürütmenin içeriğiyle ilgili olup, bilgisel nitelikli sonuçlar vermesi yönündedir. Buna karşılık, Mantık disiplini açısından doğruluk-yanlışlık kavramlarının, düşünmenin formu ile ilgili olduğu görülmektedir. Bilimde doğru düşünme, nesnesine uygun düşünmedir.
YazılıSoruları Online Çöz – Soru İndir. 2020-2021 Eğitim Öğretim Yılı 11. Sınıf Felsefe 1. Dönem 1. Yazılı Soruları Online Çöz. Soru Sayısı: 20. Sınav Süresi: 20 Dakika.
Birincibölümde eğitim, felsefe ve eğitim felsefesi kavramları açıklanmış; diğer bölümlerde ise idealizm, realizm, naturalizm, pragmatizm, varoluşçuluk, analitik felsefe, liberalizm, Marksizm akımları ve eğitim görüşleri ile ilericilik, daimicilik, temel esasçılık ve yeniden yapılanma gibi eğitim felsefeleri ele
Dim48lo. Felsefeye Göre Akılcılık Rasyonalizm Nedir? Filozofların Akılcılık Hakkında Görüşleri Nelerdir? Akılcılara rasyonalist göre bizim duyuma indirgenemeyecek birçok bilgimiz vardır. Kant, insan bilgisinin deneyimle başladığını, ama tüm bilgilerimizin deneyimle ilerlemediğini, insan zihninde deneyime indirgenemeyecek, sadece akıldan gelen bilginin olduğunun savunur. Örneğin, ’ 25’in karekökü nedir?’’ sorusunu duyuma değil, akla dayanarak buluruz. Şunu belirtmek gerekir ki, bilginin kaynağı konusunda tüm akılcı filozoflar aynı görüşü savunmaz. Örneğin, Sokrates ve Platon gibi akılcılar tüm bilginin doğuştan insan aklında var olduğunu savunurken, Kant gibi akılcılar tüm bilginin deneyimle başladığını ama bazılarının akılla türetildiğini ileri sürer. Akılcılık aşağıdaki üç görüşten en az birini, her ikisini veya üçünü kabul eder Sezgi/tümdengelim tezi Akılcı düşünürler, bazı bilgilerimizi herhangi bir deneyim olmaksızın bir tür iç-görü olan akılsal sezgi yardımıyla elde ettiğimizi, bu bilgiye dayanarak tümdengelim yoluyla yeni bilgiler türettiğimizi savunur. Doğuştan bilgi tezi Bazı bilgilerimiz, örneğin, mantık ve matematik bilgisi, insan zihninde doğuştan vardır. Doğuştan kavram tezi Bazı kavramlar, örneğin Tanrı, sonsuzluk, mükemmellik, adalet gibi insan zihninde doğuştan bulunurlar. Akılcı düşünürlerin çoğu tümdengelimi akıl yürütmenin, düşünmenin ve bilgi üretiminin bir kaynağı olarak görür. Bilindiği gibi tümdengelim ve tümevarım bilimsel bilgi üretiminde iki genel akıl yürütme yöntemidir. Ne var ki, her iki akıl yürütme konusunda ciddi felsefi tartışma ve itirazlar vardır. Tümdengelim akılcı felsefenin temel bilgi yöntemi olduğu için ona ilişkin açıklamaları sırası gelmişken burada vermek gerekir. Tümdengelim bir akıl yürütme yolu olarak tümdengelim, genel ifadelerden özel durumlara ilişkin çıkarım yapmaktır. Öncül adı verilen önermelere dayanarak sonuç adı verilen bir önermenin bilgisine ulaşılır. Tümdengelimsel bir akıl yürütmenin geçerli olabilmesi için belli kuralların sağlanmış olması gerekir. Bu kuralların neler olduğunu mantık bilimi araştırır. Burada biz bu konuya girmeyeceğiz. Sadece, tümdengelimsel akıl yürütme ile ilgili yaygın bir eleştiriyi dile getirmekle yetineceğiz. Bu eleştiri de, tümdengelimin aslında yeni bir bilgi vermediği, sadece bilinen bir bilgiyi tekrar ettiği iddiasıdır. Felsefe tarihinde bu görüşü ilk kez açıkça dile getiren, aslında kendisi de bir akılcı olan Descartes olmuştur. Descartes, Metot Üzerine Konuşma adlı eserinde bu konuda şöyle diyor ’Gençliğimde felsefe disiplinleri arasında mantığı, matematik bilimler arasında da geometricilerin analizi ile cebiri biraz incelemiştim. Bunlar, tasarımın gerçekleşmesinde işime yarayabilecek üç sanat ya da bilimdi. Ama, yakından inceleyince gördüm ki, kıyasları syllogismes ve daha bir sürü kurallarıyla mantık, yeni bir şey öğrenmekten çok, bilinen şeyleri başkalarına açıklamak ya da Lullus’un sanatı gibi, bilinmeyen şeyler hakkında bilgi verecek yerde, muhakeme yürütmeksizin söz söylemekten başka bir işe yaramıyor.’’ Gerçekten de tümdengelim yeni bir bilgi vermez mi? Yukarıda Sokrates örneğini yeniden ele alalım. Biz Sokrates’in ölümlü olmasını ’ Bütün insanlar ölümlüdür’’ genel önermesine dayanarak çıkardık. Şimdi şöyle düşünülebilir Aslında ’ Sokrates ölümlüdür’’ önermesi zaten ’ Bütün insanlar ölümlüdür ’ önermesinin içinde vardır. Bir başka deyişle, bütün insanların ölümlü olması, aslında Sokrates2in de ölümlü olmasına bağlıdır. Biz Sokrates’in ölümlü olmasından kuşkulanıyorsak, bütün insanların ölümlü olmasında da kuşkulanırız. Tümdengelimin yeni bir bilgi vermediği iddiası basit tümdengelimler için söz konusu olabilir. Ancak, öncülleri ikiden fazla olan oldukça karmaşık tümdengelimsel çıkarımlarda, sonucu öncüllerde görmek oldukça imkansızdır. Tümdengelime ilişkin bazı felsefi itirazlar olsa da, tümdengelimsel akıl yürütme günlük hayatta, matematikte ve kuramsal fizikte en önemli bilgi elde etme yollarından biridir. Akılcılık açısından asıl tartışma tümdengelimde kullandığımız doğruluğu akıl yoluyla kanıtlandığı kabul edilen temel önermelerin varlığıdır. Örneğin Platon, iyi ideasının doğuştan geldiğini ve herkeste aynı olduğunu kabul ederek devletin de bu ideaya göre yönetilmesi gerektiğini savunur. Demek ki Platon, bir yandan doğuştan bilgilerin varlığını kabul ederek tümdengelimsel yolla devlete ilişkin diğer bilgileri bu ideadan çıkarmaktadır. Bir başka akılcı düşünür Descartes ise yönetimsel kuşkuculuk yoluyla önce kendi varlığını kanıtlıyor, sonra da ona dayanarak çevresindeki varlıkları, Tanrı’nın varlığını ve bilimsel bilgilerin doğruluğunu ispat ediyor.
ADANALI Son zamanlarda ülkemizde Yükseköğretim Kurulu Kanunu reformu hararetli bir şekilde tanışı1maktadır. Reformun gerekliliğini savunanlar, YÖK'ün üniversitelerinde bilimsel gelişmeler önünde bir engel teşkil ettiğini, siyasi hatta askeri müdahaleler için bir araç haline geldiğini savunmaktadır. Diğer yandan YÖK kanununda köklü bir reforına gerek duymayanlar, üniversitelerdeki bilimsel vasadığı hukuki değil sosyokültürel ve ekonomik etkenlere dayandırmaktadır. Kabul edilen bir şey var ki, o da yüksek eğitim sistemimizin halihazırdaki durumunun pek iç açıcı olmadığıdır. Süregelen bu tartışmadan bir an geri çekilip aynı soruna, Türk düşünce tarihinin önde gelen isimlerinden biri olan Ziya Gökalp'in eğitim hakkındaki görüşleri açısından bakmak, yaklaşık yüzyıla yakın bir süre içinde yüksek öğretimimizde hangi sorunların çözüme kavuştuğunu ve hangilerinin kalıcı olduğunu belirlemek açısından yararlı olacaktır. Bu yazıda ilk olarak Ziya Gökalp'in eğitim felsefesini ele alacağız, dalıa sonra onun yüksek eğitim hakkındaki görüşlerini inceleyeceğiz. Bu incelememizde birinci elden kaynaklara, Gökalp'in kendi yazılarına öncelik vereceğiz. Bir öğrenci, yazar ve eğitimci olarak Gökalp'in kişisel tecrübeleri göz önüne alındığında, onun eğitim hakkındaki görüşleri daha iyi anlaşılacağı için konuya geçmeden önce kısaca hayatından bahsetmek uygun olacaktır. 1- Hayatı Gökalp 1876 yılında Diyarbakır'da doğdu. İlkokuldan sonra, Askeri Rüşdiye1886 - 1870 ve Mülkiye İdadi 1891-1894 mekteplerine devam etti. Bu arada, amcası Hasip Efendi'den Arapça, Farsça ve İslam felsefesi tedris etti ve hocası Rum doktor Yorgi'den Yunan felsefesi ve doğa bilimleri öğrendi. O sıralarda Diyarbakır'da sürgünde olan Abdullah Cevdet ile tanıştı. Her ikisi sık sık bir araya gelip pek çok konuyu tartıştılar ve bu tartışmalar sayesinde Gökalp Avrupa'da dönemin moda entelektüel akımlanyla, özellikle de materyalist felsefe ve bazı sosyoloji ekolleriyle tanıştı. 1986 yılında İstanbul'a gitti ve Mülkiye Baytar Mektebine kaydoldu; fakat bu okuldaki resmi eğitimi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'yle bağlantılı siyasi faaliyetleri sebebiyle bir yıl içinde sona erdi ve akabinde bir yıl hapis cezası aldı. Cezasının bitiminde, memleketi Diyarbakır'a sürgüne gönderildi. 1909'da İstanbul'u ziyaret etti ve İstanbul Üniversitesi'nde psikoloji ve sosyoloji alanında kendisine yapılan hocalık teklifini maaşın düşük olması sebebiyle geri çevirdi. Aynı yıl, İstanbul'dan Diyarbakır'a ilkokul müfettişi olarak atandı. 1909 yılında İttihat ve Terakki Cemiyetinin toplantısına Diyarbakır delegesi olarak katılmak üzere Selanik'e gitti ve orada Cemiyetin ortaokulunda felsefe ve sosyoloji öğretmeni olarak görev aldı. Balkan savaşlarının akabinde, 1912'de İstanbul'a yerleşti ve 1915'de İstanbul Üniversitesi'nde Darülfünun açılan sosyoloji kürsüsüne ilk sosyoloji hocası olarak atandı. Bu görevi 1919'da Askeri Mahkeme tarafından, Anadolu'daki Ermeni-karşıtlığına katılma suçlamasıyla Malta'ya sürgüne gönderilmesiyle sona erdi. Sürgün yıllarında, "tek-kişilik bir üniversite" gibi, aralarında eski bakanlar ve meclis üyeleri bulunan pek çok arkadaşına dersler verdi. 1921'de Diyarbakır'a geri dönüp ortaokulda ve Öğretmen Okulunda sosyoloji ve psikoloji dersleri vermeye başladı. Ölümünden bir müddet önce, Meclis Eğitim Komisyonu'nda görev aldı ve eğitim sistemi, müfredat ve ders kitaplan hakkında radikal reformlar teklif etti. 25 Ekim 1924'de İstanbul'da vefat etti. Eğitimle ilgili makaleleri başta Muallim 1916-1917 olmak üzere pek çok dergi, mecmua ve gazetede yayınlandı. Herhangi bir üniversiteden akademik bir derecesi olmamakla birlikte, eğitime olan ilgisi hayatı boyunca devam eden Gökalp sistematik bir eğitim teorisini dile getiren ilk Türk olarak kabul edilir. 2. Gökalp ve Eğilim Felsefesi Gökalp'in eğitim felsefesi onun kültür ve medeniyet arasında yaptığı ayırımı yansıtan iki önemli yön içermektedir Terbiye ve talim. Ona göre terbiye toplumun, üyeleri üzerinde gerçekleştirdiği bir sosyalleştirme sürecidir. Bu sosyalleştirme sayesinde birey toplumun diline, edebiyatına, ahlakına, estetiğine ve mantığına aşina hale gelir. Bu açıdan terbiyenin amacı "milli bireyler" yetiştirmektir. Diğer yandan talim bireyin kozmik çevresine intibakıdır. Bu intibak kişinin doğal bilimlere kendini aşina kılması sonucu gerçekleşir. Talim sayesinde birey, maddi güçleri kullanabilir hale gelir. Bu ayırıma ek olarak, Gökalp bilginin nesilden nesile aktarımında iki yaklaşımın olduğunu belirtir; bu yaklaşımlardan biri yaygın diğeri örgün eğitimdir. İlki doğal, kendiliğinden ve dinamiktir; diğeri ise, planlı, sistematik ve durağandır. Yaygın eğitim toplumda mevcut ve yaşayan bilgileri sunar Diğer yandan, örgün eğitim, daha önceki nesillerin birikmiş zihinsel ürünlerini aktanr; temelde kitaplarda yazılı olanlan öğretir. Okul ve toplum her iki bilgiyi sunma yöntemini içermekle birlikte, terbiye eğitimle ilgili, talim ise öğretimle ilgili yöne öncelik verir. Talim ve terbiye iki farklı hüküm alanına dayanmaktadır. Terbiye kaynağını toplumdan alan değer yargılanna dayanır ve değer yargılannın toplamına kültür denir. Değer yargılan görecelidir, milletten millete değişebilir. Terbiye ile karşılaştırıldığında talim, olgulara dayalı hükümlerden oluşur. Bu yargılar bireyler ve toplwnlar açısından değişmez. Gökalp terbiyenin milli veya kültürel, ta1imin ise uluslararası veya evrensel olması gerektiğine inanmaktadır. Gökalp'e göre Batı medeniyetinde son dönemde gerçekleşen önemli gelişmelerin temelinde iş bölümü yatar. Bu iş bölümünün neticesinde değişik bilim dalları ve uzmanlık alanlan ortaya çıkmış, bu sayede bilimlerde üst düzey bir ilerleme kaydedilmiştir. Batı medeniyetiyle kıyaslandığında, Doğu medeniyeti bu iş bölümünü aynı düzeyde gerçekleştirememiştir. Doğu ve Batı arasındaki en temel fark da bu noktadadır. Bu yüzden Gökalp, Osmanlı İmparatorluğu'nu Batı emperyalizmi karşısında savunmanın tek yolunun, bilim, sanayi ve teknolojide Batılılara erişmek ve onlarla tamamen eşit düzeye ulaşmak olduğuna inanmaktadır. Gökalp daha önce gerçekleştirilen eğitim reformlannın, mesela Tanzimat Islahatının, başansızlığını kültür ve medeniyet ve buna bağlı olarak talim ve terbiye arasındaki ayırımın farkına varılmamasına bağlar. Tanzimatçılar Doğunun ve Batının talim ve terbiyesini birbirine kanştırdılar. Neticede iki çeşit okul ortaya çıktı geleneksel dini eğitim veren medreseler ve Avrupa tarzı eğitim veren mektepler. Gökalp'e göre, bu ikili durumun tek istisnası Avrupa tarzı eğitimi takip eden askeri okullardır Harbiye ve Tıbbiye. Gökalp bu okullarda Avrupalı meslektaşlarının dengi olan mükemmel uzmanların yetiştiğini düşünmektedir. Gökalp askeri okulların milli veya kültürel olan terbiye ile uluslararası veya medeniyete dayalı talim arasındaki ayırımı desteklediğini düşünmektedir. Ayrıca ona göre bu ayırım, Batının bilim ve tekniğinin alınıp Türk eğitimine başarıyla uyarlanabileceğinin açık bir delilidir. Gökalp bu okulları eğitimde yapılacak reforma model olarak göstermektedir. O şöyle sormaktadırYeniçerinin savaş tekniği ile hekim başıların tıp tekniği bu okullara girmiş olsaydı, bugünkü şanlı kumandanlarımız ile şöhretli hekimlerimize sahip olabilecekmiydik? Bununla birlikte bu okullar eğitimde yapılması gereken reformun sadece bir kısmını teşkil eder gözükmektedir, çünkü bu okullar öncelikli olarak talime dayalıdır. Başarılarının sebebi Batıdan alınan bilgi ve tekniktir. O halde neden Gökalp bu okulları eğitimde reform için model olarak öne göstermektedir? Gökalp bu konuya değinmemekle birlikte, sanırım onun genel yaklaşımı dikkate alındığında, soru iki açıdan cevaplanabilir İlk olarak bu okullar kendi sahalarında askerlik ve tıp yetkin uzmanlar yetiştirmektedir. Bu alanlarda başarılıdır ve bu başanları örnek alınmalıdır. İkinci olarak, bu okullar sadece doktor ve askeri personeli eğitmekte, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun sosyal ve siyasi sorunlarıyla ilgilenen, çözümler arayan devlet adamları yetiştirmektedir. Bu okullar eğitimde yapılması gereken reformun sadece talimle ilgili yönünü temsil etseler bile, onların başarısı "milli bireyler" yetiştirmede de model olarak alınabilir. Askeri okullar ve tıp akademileri yaptıkları işte başarılı olsalar bile, bu başarı sadece bilim ve teknolojinin Batıdan alınabileceği ve Türk eğitim sistemine uyarlanabileceğinin bir göstergesidir. Bu sebeple Gökalp'in bu okulları eğitim reformu için bir model olarak göstermesi, eğer onun talim ve terbiye arasındaki ayırımı dikkate alınacaksa, eksik kalmaktadır. 3. Gökalp'in Bilgi Sosyolojisi Gökalp'in eğitim hakkındaki görüşleri açısından bizi ilgilendiren diğer bir konu doğal bilimlerin Türk eğitim sistemi içinde meşrulaştırılmasıdır. Müslümanların mantığı, felsefeyi, fizik bilimlerini ve matematiği Bizanslılardan aldıklarını belirten Gökalp, onların dil biliminde ve estetik alanlarda yine Bizanslıların metotlarını kullandıklarını ileri sürer. Benzer şekilde metafizik, ahlak ve politik bilimin kökleri Aristo'ya kadar uzanmaktadır. Orta Çağlar boyunca Doğuda ve Batıda skolastik düşünce hakimdi; fakat daha sonraları, Batı skolastik düşünceyi terk etti ve her alanda büyük atılımlar gerçekleştirdi, yeni bilim dalları oluşturdu. Gökalp takip edilmesi gereken yolu şöyle belirtmektedirAristo'nun istidlal mantığını bırakarak, Descartes ve Bacon'un istikra mantığını ve bu mantıktan doğan metodolojiyi almanın dinimize ve milli kültürümüze ne zararı olabilir? Eski astronomi yerine yeni astronomiyi, eski fiziğe karşı yeni fiziği, eski kimyaya karşı yeni kimyayı almakla ne kaybederiz? Zoolojiye, botaniğe jeolojiye dair eski kitaplanmızda ne kadar bilgi bulabilmek imkanı var? Doğuda bulunamayan biyolojiyi, psikolojiyi, sosyolojiyi Batıdan almağa mecbur değil miyiz? Evvelce eski ilimlerimizin hepsini Bizans'tan almıştık şimdi Rumların ilimlerini Avrupa ilimleriyle değiştirsek, din ve kültür bakımından ne kaybederiz? Tabi tüm bu sorular hitabet amaçlıdır ve Gökalp doğal bilimlerin Batıdan alınmasında İslam dini ve Türk kültürü açısından hiçbir mahzur görmemektedir. Gökalp'a göre doğal bilimler akıl üzerine kurulu olup, müspet, tecrübeye dayalı ve değer yargılarından bağımsızdır; dolayısıyla herhangi bir değişikliğe uğratılmadan alınmalıdır. Doğal bilimler hakkındaki bu görüşe iki açıdan itiraz edilebilir. İlk olarak, günümüzde gerek felsefeciler gerekse bilim adamları 19. yüzyılın katı pozitivist anlayışına ihtiyatla yaklaşmaktadırlar. 20. yüzyılda sadece doğal bilimler değil, matematik ve mantığın bile üzerine dayandığı temel aksiyomların rasyonel olup olmadığı sorgulanır hale geldi. Pozitivizme yöneltilen bu eleştiriler, çoğu bilim adamını teorilerine karşı göreceli veya pragmatik bir tutum takınmaya sevk etti. Mutlak bilgi felsefecilerin nihai hedefi olmaktan çıktı ve 'kesinliğın' yerini 'yüksek düzeyde muhtemel bilgi' aldı. Gökalp'in bilgi anlayışı bu gözden geçirilmiş epistemoloji ve ona yol açan gelişmeler karşısında güncel değerini yitirmiş görünmektedir. Ayrıca doğal bilimlerin kültürel arka plandan ne kadar bağımsız kalabileceği de sorgulanabilir. Bilimsel buluşlar değer yargılanna hiçbir atıfta bulunmadan sunulabilse de, bu doğal bilimlerin onları ortaya çıkaran sosyal, kültürel ve psikolojik etkenlerden tamamen bağımsız hale getirilebileceği anlamına gelmez. Bu sebeple, temelde bilim ve kültür veya değerler bir iç içelik arz eder.
Oluşturulma Tarihi Aralık 14, 2020 0225Eğitim felsefesi, verilen eğitimlerim hem bireye hem de topluma faydalı olmasını amaçlayan bir disiplindir. Realizm ve Pragmatizm gibi felsefi akımlardan etkilenen bu felsefenin ilkeleri Daimicilik Perennializm - İlerlemecilik - Yeniden Kurmacılık ve Esasicilik olmak üzere dört ana başlıkta toplanır. Eğitim felsefesinin temsilcileri kimdir, temel kavramları nelerdir? İşte, tüm felsefesinin müfredatı tüm dersleri kapsar. Okulun ve öğretmenlerin çok daha iyi eğitim vermesi için kuramlar geliştirilir. Teori - pratik karşılaştırması yapılarak sonuç alınamayan eski sistemlerin yerine yenisi getirilir. Eğitim Felsefesi Nedir? Eğitim felsefesinde dört farklı akım vardır. Bu akımlar, eğitimin temel ilkelerini oluşturur. 1- Esasicilik - Bu akım eğitimin başarılı olması için bazı ''esasların'' yerine getirilmesi gerektiği görüşüne dayalıdır. Bu nedenle ''esasicilik'' adı verilmiştir. Eğitim ve öğretimde klasik metotların uygulanması gerektiğini öne süren eğitmenler tarafından geliştirilmiş bir sistemdir. Yenilikçi değil normatif bir yapıya sahiptir. Örneğin, diğer akımlarda ezberci öğretim modeli terk edilirken, esasicilikte ezberlemek ve tekrar yapmak eğitimin temelini oluşturur. Ana dersler tarih, matematik ve fen bilimleridir. Bu akıma göre verilen eğitimin hedefi sonuca ulaşmaktır. Temel beceriler arasında okumak ve yazmak yer alır. Diğer akımlara göre çok daha disiplinli bir yapıda olan esasicilik, birçok ülkede tercih edilen bir yöntem değildir. 2- Yeniden Kurmacılık - Özellikle Avrupa okullarında uygulanan yöntemdir. Modern bir yapıya sahip olup yeniliklere açıktır. Yeniden kurmacılık akımında öğrencinin ezberleyerek değil eğlenerek öğrenmesi esas alınır. Müfredata yeni eklenmiş olan bir ders ya da konudan randıman alınmıyorsa, konu müfredattan çıkarılıp yerine yenisi getirilir. Teknolojiden en çok faydalanan eğitim felsefesi modelidir. Amaç, bireyler üzerinden toplumu eğitmek ve çok daha huzurlu - başarılı bir toplum inşa etmektir. Temel prensipleri arasında ''sorgulamak'' ve ''araştırmak'' yer alır. Özellikle 1950 yılından sonra Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde uygulanmaya başlamıştır. Toplumsal sorunların ancak akılcı ve analitik yaklaşımlarla çözülebileceğini savunan Yeniden Kurmacılık realizm ve varoluşçuluk akımlarından etkilenmiştir. 3- İlerlemecilik - Ünlü filozof Heraklietos'un ''Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir'' sözünün eğitime uyarlanmış halidir. İlerlemecilik akımında ''mutlak doğru'' ve ''klasik eğitim'' kavramları yoktur. Eğitim sistemi, tıpkı toplumsal düzen ve şartlar gibi kendisini sürekli yenilemelidir. Bu bakımdan Esasicilik akımının zıddı olan İlerlemecilik felsefesinin ilkeleri pragmatizm ile benzerlikler taşır. Deneme- yanılma yöntemi ve deney de sık kullanılan yöntemler arasında yer alır. 4- Daimicilik - Evrensel ilkelere dayalı eğitim felsefesi modelidir. Daimicilik akımında edebiyat, dil bilgisi, tarih ve felsefe gibi sözel ağırlıklı derslere öncelik verilir. Bu akımı destekleyen eğitmenlere ve düşünürlere göre, öğrencilere öncelikli olarak iş yaşamında ve sosyal hayatlarında yardımcı olacak bilgiler öğretilmelidir. Eğitim Felsefesinin Temel Kavramları Eğitim felsefesinin temel kavramları arasında üç yaklaşım modeli vardır. Bunlardan ilki ''Normatif'' olarak tanımlanır. Özellikle esasicilik akımının kullandığı bu modelin diğer adı Preskiptif'tir. Analitik yaklaşım ise Daimicilik ve İlerlemecilik disiplinlerinin temelini oluşturur. Çözüm odaklı bir eğitim sistemi ile istenilen başarıya daha kısa sürede ulaşılacağı görüşü esastır. Eleştirel yaklaşım ise en çok Yeniden Kurmacılık akımının kullanılır. Eğitim Felsefesi ve Temsilcileri Eğitim felsefecilerinin başında İngiliz Alfred North Whitehead yer alıyor. Aynı zamanda Süreç Felsefesinin kurucusu olan North Whitehead'in en ünlü eseri ''Eğitimin Amaçları Eğitimde Reform Çağrısı'dır.'' Yazar bu kitabında İngiltere'nin eğitim sistemini eleştirmiştir. Eğitim felsefesinin diğer temsilcileri ve en önemli eserleri şunlardır Bertrand Russell - Sorgulayan Denemeler - Bilimsel Bakış Barry Sanders - Öküzün A'sı - Nel Noddings - Eğitim Felsefesi
Birkaç gündür bazı Filozofların ahlak ve Devlet üzerine görüş ve düşüncelerine yer veriyorum. Önce Fransız Filozof Rene Descartes’ın görüş ve düşüncelerine yer verdim. Şimdi bu yazıda ve sonraki bir yazıda daha Alman Filozof Arthur Schopenhauer’ın ahlak ve Devlet hakkındaki görüş ve düşüncelerine yer vereceğim. Dünya ve Kainat bir tasarım eseridir. Allah cc, sonsuzluk evrenini ve içerisinde bir noktadan farksız Dünya’yı en kusursuz bir şekilde yaratmıştır. Kainatta boşluk kabul etmeyecek bir denge vardır. Kainat içerisinde insan, en mükemmel ve en zirve eseri oluşturur. Allah’ın yarattıkları içerisinde insan, ekmel yani en kamil tarzda yaratılmıştır. İnsan bedenen ve ruhen ekmeldir. Yani hiçbir yerinde, yaratılışının hiçbir noktasında bir kusur göremezsiniz. Devletler de boşluk kabul edilmeyecek bir denge üzerine ve ekmel bir tarzda tasarlanmalıdır. Tarihlerden beri çeşitli Devlet modeli ve sağlam ve güçlü Devletin kurum ve kuralları üzerine kafa yoran filozoflar görüş ve önerilerini yazmışlardır. Biz de bu husustaki filozofları gündeme getirerek onların fikirlerine yer verdiğimiz gibi, konu hakkında kendi görüş ve düşüncelerimize de yer veriyoruz. Yazı serimizin ikincisinde Alman Filozof Arthur Schopenhauer’ın ahlak, hukuk, Devlet ve siyaset görüşleri üzerinde duracağım. 19. yüzyılda yaşamış bir Alman filozof olan Arthur Schopenhauer’ın felsefesinin temelinde Filozof Kant’ın idealizmi bulunmaktadır. Felsefesini merhamet kavramına oturtan Schopenhauer için insan davranışlarındaki çeşitlilik, insani saiklerin başkalarının davranışlarına karşı verdiği tepkilerde yatar. Ona göre insan davranışlarının üç temel itici gücü/saiki vardır Kötülük kişinin başkalarının acı çekmesini hedeflemesi, bencillik kişinin kendi rahatını hedeflemesi ve merhamet kişinin başkalarının rahatını hedeflemesi.Schopenhauer’a göre bencilliğin, kötülüğün ve merhametin her türlüsü bu sayede oluşmaktadır. Bilinçdışı gerçekler, diğer bir deyişle arzular, bilinçaltı olarak vardır. Sadece, arzularımızı/emellerimizi gözardı ederek hayatı, başkalarının mutluluğuna adadığımızda hayat manasız olmaktan kurtulacaktır. Aksi halde bencillik üzere yaşanan bir hayat eninde sonunda acı dolu, boş ve anlamsız bir hayat haline dönüşecektir. İnsanlar, aynen hayvanlar gibi akıl, idrak ve izan ile vicdandan soyutlanmış olsalardı, bencil bir hayattan sonuna dek haz alabilirlerdi. Ancak durum öyle değil. İnsan belli noktadan sonra aklı, vicdanı, idraki ve vicdanı ile başbaşa kalacak ve bencilliğinden dolayı huzursuz olacaktır. Filozof Arthur Schopenhauer Devlet üzerine olan görüşlerini adalet, merhamet ve vicdan temelinde yükseltiyor. Önceleri hayat ve kainat üzerine görüş ve fikir geliştiren Schopenhauer, Avrupa Ülkelerini derinden sarsan 1848 Devrimiyle beraber Devletin rolü üzerine yönelmiş ve atıflarda bulunmuştur. 1848 Devrimleri1848 yılında Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan isyan, devrim ve hürriyet hareketleridir. Özellikle İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, Polonya, Romanya ve Macaristan bu dönemde büyük sarsıntılar geçirmiştir. Bu hareketler, o yıllardaki diğer büyük güçleri Rusya, Osmanlı Devleti, Birleşik Krallık ve Hollanda Krallığı de az da olsa etkilemiştir. Doğanın özünde güçlünün zayıfı, büyüğün küçüğü ezmesine ya da onu yok etmesine müsaade eden bir tasarım vardır. Bu tasarım Dünyanın kendi mantığı içerisinde gereklidir. Dinler güçlünün zayıfı, büyüğün küçüğü ezmesine fırsat vermemek üzere manevi telkin ve öğütler getirmiş ve insanları ahiret inancıyla iyilik yapan Cennete, kötülük yapan cehenneme gidecek inancıyla sınırlamıştır. Devletler de aynı şeyi Dünyevi ceza ve mükafat ile yaparlar. Devletlerin zorlama gücü vardır. Devlet kötülük yapanları zorla mahpusa sokar ve başka benzeri kolluk güçleri vasıtasıyla sınırlar. Böylece güçlünün zayıfı, büyüğün küçüğü ezmesine ve zayıfların, küçüklerin hayatta zorluk içerisinde bırakılmasına izin vermez. Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN, Schoenhauer Devleti, esas itibariyle herkesi harici saldırılardan ve sınırları içinde baş gösterebilecek ihtilaflardan korumak amacıyla varolan bir kurumdan ibaret olarak görür. Hiç kuşkusuz hak, ancak Devlet içinde korunma güvencesine sahiptir. Fakat hakkın kendisi Devletten bağımsız olarak mevcuttur. Çünkü o ancak güçle bastırılabilir, ama asla ortadan kaldırılamaz. Bu yüzden, Devlet insanın karşı karşıya kaldığı ve kendi başına değil, ancak başkalarıyla birlik olarak savuşturabileceği çok çeşitli saldırılarla zorunlu hale gelmiş bir koruma kurumundan başka bir şey değildir. Devletin hedefleri ise şunlardır İnsanları insanlardan korumak. Yani güçlü insanların saldırısından zayıf insanları güvence ve koruma altında tutmak. İç koruma Toplumun fertlerini başka kavimlerin saldırısından korumak. Dış koruma İnsanların hak ve hürriyetlerini gerçekleştirmek. İnsanı, kişilikli insan olarak bırakmak Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN, Schoenhauer, insan hayatına maddiyattan yani görünen alemden daha çok manevi, görünmeyen alemin etkili olduğunu belirtir. Maddi dünyanın gerçekleri çok fazla harici önem taşıyabilir fakat söz konusu olan deruni anlam ise bu bakımdan hiçbir kıymeti harbiyeleri yoktur. Dünyanın sadece maddi bir anlamı olduğunu ve manevi-ahlaki anlamının bulunmadığını söylemek, bütün yanlışların en büyüğü ve en tehlikelisi, en büyük ve en temel gaf, gerçek ruh ve mizaç sapkınlığıdır. Alçaklığın gördüğü himaye, erdemin, hatta en nadir ve en büyüklerinin, aynı mesleğin mensuplarının elinden çektiği aldırmazlık, hakikate ve büyük yeteneklere tahammülsüzlük, hatta garazkarlık”, bilim adamlarının kendi sahasındaki cehaleti, halis mamullerin neredeyse her zaman aşağılanması ve sadece sahtelerinin baş tacı edilmesi bütün Toplumlara az ya da çok, zaman zaman musallat olan ve Toplumun bedenini kemiren zararlı haşerat gibidir.Arthur Schopenhaur’ın Hukuk Ahlak ve Siyaset Kitabıfile///C/Users/Administrator/Downloads/Hukuk%20Ahlak%20ve%20Siyaset%20%C3%9Czerine%20Arthur% Nasıl ki bir ağacı bir kurt, bir böcek içten içe kemirir, bir Toplumda, bir Devlet yönetiminde, alçaklara, menfaatperestlere müsamaha edilmesi aynı etkiyi gösterir. Nasıl ki, ağaca musallat olan kurt, böcek koca, dev gibi bir ağacı zamanla devirir, aynı onun gibi alçaklara ve menfaatperestlere müsamaha gösterilen bir Toplum ve Devlet de zaman içinde devrilir ve bir Toplumda yönetimde zafiyet var ise ve herkes kötü gidişata seyirci kalınırsa, aynı maskeli balodaki gibi herkes kendisini gizlerse, herkes maskeli balodaki gibi keyfine bakarsa,sonuç felaket olabilir.Yazıya kaldığımız yerden devam edeceğiz
Filozofların Hayatı , Görüşleri ve EserleriTHALES 624 ve öncesi dönemde yaşamış olan Anadolulu bir filozoftur. İlk filozof olarak kabul herhangi bir eseri olmamasına rağmen felsefenin ve bilimin kurucusu sayılır. Thales eski yunandaki yedi bilgeden hakkındaki bilgilere Heredot , Diogenes Leartios ve elde edilmiştir. HAYATIBilimin doğduğu düşünülen Miletos’ta doğmuştur. Diogenes Leartios ; Thales’in Miletoslu soylu bir ailenin oğlu olduğunu göre Thales 585 Mayıs 28 de gerçekleştiği kabul edilen güneş tutulmasını , önceden hesaplayıp haber vererek öncü bir rol ilkçağ yunan felsefesinin , aynı zamanda İyonyaMiletOkulu olarak bilinen 6. Yüzyılda ilk felsefe okulunu açmıştır. DÜŞÜNCELERİ Thales ilk unsurArkhe olarak su’yu görür, her şeyin temelini su oluşturur. Ona göre “toprak suyun üzerimde durur, dünya su tarafında taşınıyor , su dalgalandığı zaman dünyada sallanıyor ve insanlar da deprem olduğunu sanıyorlar.” Bu bakımdan Thales bir doğa filozofudur , doğa üzerinde ilk defa Thales konusundaki görüşlerini yine Diogenes Laertios aktarır . Thales öncelikle , öncesiz ve sonrasız bir Tanrı kavramından sözeder. Ona göre tanrı iyi ve adildir , insanlarda öyle alanında çığır açmıştır. Eski bir yunan bilginine göre , denizcilere kuzey takım yıldızlarından Büyükayı yerine Küçükayı’ya bakarak yön bulmalarını zamanda Mısırlılardan geometriyi öğrenip Yunanlılara teoremleri-Çap çember iki eşit parçaya ikiz üçgenin taban açıları birbirine doğrunun kesişme noktasındaki ters açılar birbirine çember üzerinde olan ve çapı g ören açı, dik ve buna komşu iki açısı verilen üçgen ile uğraşan ve gün dönümlerini önceden hesaplayan ilk astronom olmuştur. Ayın son gününe 30. Gün adını o içindeki mevsimleri de o bulmuştur, bir yılı 365 güne bölmüştür. Gölgemizin bizimle aynı uzunlukta olduğu zaman gözleyerek , piramitleri gölgelerine bakarak ölçmüştür. Aynı zamanda Nil nehrinin yükselmesinin rüzgara bağlı olduğunu Eseri olan Anaksimandros , ilk filozoflardan ikincisidir. Thales’ten sonra gelir ve onun öğrencisidir.“Doğa üzerine” adlı bir eseri olduğu söylenir ve bu konudaki ilk eser olma özelliğini taşır. Anaksimandros ilk güneş saatini bulduğu ve ilk haritayı çizdiği söylenir. Hocası Thales gibi o da doğa üzerine görüşler bildirir ve arkhe sorunu üzerinde durur. Ona göre ilk neden sonsuz ,sınırsız Apeiron olan bir “şey” olmalı , belirli bir şey olmamalı; çünkü belirli olan sonlu ve sınırlı olur, belirli olan karşıtı ile sınırlıdır Sıvı olan katı ile , karanlık olan aydınlık ile sınırlanmıştır. Her belli olan mutlak sınırlıdır, bunun için arkhe sonsuz olmalıdır, var olan her şey varlığını bu ilkeden denen sonsuz sınırsız şey deneyimlerden elde edilen maddi şeylerin ötesinde , algılanamayandır; Apeiron yaratılmamıştır , yok olmayacaktır , onun hareketi de kendisi gibi öncesiz ve sonrasız olduğundan ,bu hareket sonucu belli tözlerin ayrışmasıyla varlıklar meydana gelmiştir. Anaksimandros’a göre Dünye evrenin merkezindedir ve hiçbir şeye dayanmadan duran bir silindir gibidir , bu şekilde evren tasarımını ilk olarak ortaya atan kişi Anaksimandros’ öğrencisi olan Anaksimandros tarihsel kaynaklara göre düşüncelerini ilk kaleme alan filozoftur ve eseri grek dilinde düzyazı olarak kaleme alınmış ilk sadece bir cümlesinin günümüze ulaştığı söylenir.söz konusu cümlede su ve ateş gibi tözlerin ortaya çıkışı ,haksızlıkların cezalandırdığı insan toplumundan elde edilen mecazlarla ne sıcak ne de soğuk süreklidir , her ikisi de aralarındaki dengeyi korumak için ödün verirler. Anaksimandros hem bir doğa filozofu hem de bir doğa araştırıcısıdır. Birçok kişi tarafından astronominin kurucusu sayılır ve ilk kez kozmoloji ya da sistematik felsefe görüşü geliştiren kişidir. Felsefede “arkhe” terimini ilk getiren Doğa ÜzerineANAKSİMENES 588-524Millet okulunun üçüncü ve sonuncu düşünürüdür. Thales , değişmeyen ilkenin su olduğunu söylerken, Anaksimenes ana madde olan arkhe şeyin hava olduğunu ileri sürmüştür. Hava hem sıkışan hem de genleşen bir şey olmakla , evrendeki her şeyi bu sıkışma ve genleşme sonucu meydana gelmiştir. Anaksimnes’in arkhe olarak öne sürdüğü hava , ona göre sürekli bir hareket ve d yüzdende canlı değişim durumundadır ve bu yüzden de canlı varlıklardaki hayat belirtisi ve hareketin sebebidir. Anaksimenes dinin de etkisinde kalarak insanın aldığı nefesle ruhu bir ve aynı saymakla , küçük evren olan insanla büyük evren olan kainatın aynı ruhu taşıdığını söylemiş olmaktadır. O bunu şöyle ifade eder.”Nasıl hava olan ruhumuz bizi hükmü altında bir arada tutuyorsa , bütün kozmosu da soğuk hava öylece sarıp tutar”. Bundan her şey havadan geldiği gibi yeniden havaya döner. Anaksimnes de öncülleri gibi panteisttir . Çünkü varlığın ana maddesi olarak havayı aer Tanrı olarak düşünmektedir. Havayı ve Tanrıyı insanın ruhu gibi evrenin de ruhu olarak göre bizi ayakta tutan ,canlılığımızı sağlayan nefesimiz, havadan ibarettir, böylece ruh kavramını ilk defa ortaya çıkaran ay tutulmasını da ilk olarak doğru açıklamasını az çok geçerliliği olan depren teorisi de kayda değer bir okulunun son filozofu olan Anaksimnes , Anaksimandros’un göre -Yeryüzü tepsi şeklindedir , yassılığından dolayı havanın üzerinde durur-Yıldızlar ise yeryüzünün altında değil ,gökyüzüne çivi gibi çakılıdırlar ve dünyanın etrafında bu şekilde bir yaprak gibi Doğa üzerine Anaksimandros’un eseriyle aynı ismi taşırSOKRATES Yunan felsefesinin ustası Sofroniskos ile ebe Fenarete’nın oğlu olan Sokrates’in tam olarak kim olduğu başlı başına bir felsefi kişisel ve felsefi yönü üzerinde pek çok kişiPlaton,Aristo, Aristofanes,Ksenofon pek çok öykü anlatmış ve bilgi edebi verimin yüksek olduğu bir dönemde hiçbir şey yazmadığı gibi , Profesyonel olarak öğretmenlik yapan “bilgi hocalarının” ortaya çıktığısofistler bir dönemde öğretmenliği resmi bir meslek olarak Atina’da geçmiştir, sadece üç defa Atina’dan ayrıldığı söylenir. Birincisinde askerlik görevinden dolayı. İkincisinde Delfi’ye gidip biliciye danışmak ve son defa orada üzerinde “kendini bil” sözünün yazılı olduğu Apollon tapınağını görmek için bu kentin dışına insan felsefesine yoğunlaşmış bunun için ahlak felsefesinin değer öğretisinin kurucusu sayılır. Sokrates’ten geriye kalanlar bir öğretiden çok, bireylerin bilinçlerine , kendi özlerinin ne olduğunu göstermeye , onların kendilerini tanımalarını sağlamaya önceleri doğa bilimleriyle , özellikle canlı varlıkların çoğalması ve kaybolup gitmesi gibi problemlerin üzerinde araştırmalar yapmıştır. Bu uğraşısı onu matematiği ve doğa filozoflarının dünyayla ilgili öğreti ve de görüşlerini incelemeye bilgiyi aşma ve şeylerin gerçek bilgisine ulaşma isteği ile , bireylerin davranışlarında ve yaşamlarında temel aldıkları inançları sorgulamaya yöneldi. Sokrates , inançlarını ayırım gözetmeksizin yadsımak için toplumun bütün kesimlerine seslendi ;bu tutumu da şiddetli tepkilerle karşılaşmış ve trajik bir biçimde ölümüne neden her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan yöntemiyle , yani diyalog sanatı ya da diyalektikle , insanlara , bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip olmadıklarını ironi alaysama yöntemiyle karara varmak gerektiğinde , çaresiz kalan muhatapları, kendisinden , sorunla ilgili düşüncelerini aktarmasını talep ettiklerinde , Sokrates filozofça geri çekiliyor, bu da genellikle muhataplarının öfkelenmesine neden dönemin Atina’daki düşünürler Sokrates’in halkı toplayıp, ders vermesini hoş karşılamıyor ve Sokrates’in mevcut bilgilerin yanlış olduğu söyleminin halkı yoldan çıkardığı fikrini yayarak , onu mahkemeye yargılanır ve suçlu bulunur, idam cezası onaylanmadan önce , hakim Sokratese söz konusu sözlerin kendisine ait olamadığını, söyler yalanlarsa , idam kararını bozacağınımsöyler. Sokrates teklifi ki “ben söylemedim dersem , düşüncelerimin insanlar için hiçbir önemi kalmaz. Beni idam edin, çünkü idam ederseniz , düşüncelerim sizin sayenizde bütün dünya insanlarına yayılacak ve binlerce yıl sonra Sokrates ismi biliniyor olacak”der. Hakim idam iptali şartını yineler ve Sokrates “Evet , ben bunları söyledim, düşüncelerimin ,hayatım pahasına arkasındayım “der ve affı tekrar cezası zehirlenerek öldürülmektir. O zehrin başkası tarafından verilmesini reddeder ve baldıran zehrini kendisi içerek onurlu bir şekilde yaşamına son son günü Platon tarafından phaidon adlı diyalogunda yaşamının son gününü dostları Kebes ve Simnias ile ruhun ölümsüzlüğü üzerinde konuşarak baldıran zehrini içtikten sonra yatağına uzanır ve hakka yürümeyi beklerken , son sözleri şunlar olmuştur.”Krito, Aeskulapius’a bir horoz borçluyuz ; onu sakın unutma öde “. Bu arada zehir bedenine hızla yayılıyordu , çevresindeki dostlarına “artık bedenimi hissetmiyorum” diyerek vedalaşırcasına herkese sırasıyla göz gezdirir, bu arada zehir yüreğine ulaşır büyük bir sarsıntı geçirerek ölür. Hemen yanındaki Krito Sokratesin ağzını ve gözlerini entelektüel Atinalılar’ın yaptığı gibi baskılardan kaçmayıp, tiranların idaresinde yaşadı. Sivri dilinden dolayı Tiranlar tarafından ölüme mahkum mahkemede , yargıçlara karşı af dilemeyi değil , fikirlerini Atinanın kutsal günü olduğu için atıldı ,orada öğrencileriyle sohbetler etti , kaçırılması teklifini geri çevirdi; çünkü kaçsaydı hain ve suçlu olarak görülecekti , bitkilerden oluşturulmuş baldıran zehrini içerek öldükten sonra Atinalılar hatalarını fark ettiler. Kendisini dava edenlerden birisini yargılayıp idam ettiler , diğerini sürgün büstünü yapıp Atina Tapınağına koydular. Davayı baştan sona izleyen öğrencisi Platon, savunmasını Sokratesi’in savunması adı altında kitaplaştırdı ve bu eseri günümüze kadar orijinalliğini koruyarak gelmiştir. ÖĞRETİSİ Sokrates bilgi konusunda doğuştancıinneist dır. Ona göre bilgiler doğuştan gelir, akıl bilginin taşıyıcısıdır. Bu görüşüyle onun rasyonalizmin temsilcisi olduğu göre öğretmen öğrencisine yeni bir şey öğretmez , sadece aklında var olanları hatırlatır. Bu hatırlatmayı da Maiotikdüşünce doğurtmayöntemi ile böylece kesin ve genel geçer bildinigilerin var olduğunu ve bilginin doğuştan geldiğini ahlak konusunda yine bilmeyi temele alır .Ona göre hiç kimse bilerek kötülük yapamaz , kötülük olsa olsa bilgisizlikten gelir, birey kendisini tanıdığı sürece bilgilerinin farkına varacak ve bu ilke doğrultusunda hareket edecektir. Ona göre erdem ile bilgi aynı şeydir, ancak doğru bilgi doğru eyleme götürür ve “kendini bil” Eseri yoktur. PLATON EFLATUN 427-347Aristokrat bir ailenin çocuğu olan Platon 427 yılında Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. Sokrates’in öğrencisi olan Platon , Sokrates’in ölümüne kadar 8 yıl öğrencisi ölümü üzerine Megara’ya gitmiş, oradan Mısıra daha sonrada pythagorasçıların etkinliğinin hüküm sürdüğü Sicilya’ya İtalya geçmiştir. Yaklaşık 10 yıl sonra tekrar Atina’ya dönmüş ve Ünlü okulu olan Akademiyi kurmuş , dersler vermeye başlamıştır. 81 yaşındayken 347 de ölmüştür. ÖĞRETİSİPlaton’un felsefesi , ilk ciddi sistematik felsefe girişimi olarak kabul edilmektedir. Platon , tüm felsefesinin temelini “idealar kuramı” ile atmış ve bütün öğretilerini bu kurama dayandırmıştır. Platon için idealar gerçekliği temsil ederken , gerçek alem bu dünyadaki nesneler de yalnızca birer yansımadan , gölgeden ibarettir. Platon idealar alemine iki biçimde gitmeye çalışır Birincisi Sokrates’in kavramının tözleştirilmesi , ikincisi de anlıkta bulunan ve duyuların ötesine geçen matematik alemi ancak idealar aleminin bir kopyası olduğu için , Platon için fazla değer taşımaz. “Varlık nedir”? sorusu Platon felsefesinin temel noktasını oluşturur ve cevap olarak da varlığın “idea” olduğu görüşü yerleştirilir. Platon idealara yükselmek için bu dünyanın bir basamak olduğunu “hades” denen diğer dünya hayatıyla olan ilişkinin bir hatırlama dolayısıyla ruh tarafından gerçekleştirildiğini felsefesinde idealar ontolojik , teleolojik ve lojik olmak üzere üç anlama sahiptir. Ontolojik yönü kendinde varlığı , gerçek varlık olan ideal formu temsil eder. Bir şey, ideanın ona katılmasıyla o şey her ne ise o şey göre gerçekliği olmayan ve bu yüzden de gerçekliği akılla değil de duyular ve arzularla kavranılan varlıklardan oluşan doğa veya evren , idealar dünyasının kopyasıdır. Nesneler dünyasının varlığı bir sanıdan ibaretken , gerçek varlığın bilgisi , varlığın varoluş sebebi olan idealar alemidir. İdealar dünyasındaki varlıkların bilgisine yalnızca bilge insanlar göre idealar değişmediği halde , duysal dünya sürekli bir değişim içindedir. İdeaların tam ve eksiksiz oluşuyla duyusal evrenin eksikliklerle dolu oluşu ve bir görüntüden ibaret olmasından dolayı Platon aradaki uyumsuzluğu her iki evrende izler taşıyan bir madde ile aşmaya çalışmaktadır. Bu madde görünmez , meydana gelmiş tüm şeylerin nedeni olan , tüm evrenin temelini oluşturan eserleri zaman içinde şu şekilde gelişme göstermiştir. Gençlik Dialogları Apologia , Kriton ,Protagoras , İon , Lakhes ,Politeis I, Kharmides , Lysis , Euthyphron Geçit DialoglarıGorgias , Menon , Euthydemos , Küçük Hippias , Kratylos , Büyük Hippias , Menexenos Olgunluk DialoglarıSymposion , Phaidon , Polteia II , Phaidros. Yaşlılık DialoglarıTheaitetos , parmenides , Sophistes , Politikos , Philebos,Timaios, Kritias,Nomoi Bu konunun devamı Merve Güç tarafından yazılacaktır , kendilerine teşekür ediyoruzFİLOZOFLAR VE ESERLERİ KONULU YAZIMIZ TAMAMLANMAMIŞTIR YAKINDA TAMAMLANACAKTIRAnahtar KelimelerFilozofların Hayatı , Görüşleri ve Eserleri indir download thales anasimandros kimdir anaximandros yaşadığı yüzyıl hakkında herşey ilk felsefe okulu tüm ilk çağ filozofları iyoniya yunan düşünürler yaşamı yaşadığı doğduğu yerler ilgi alanları anadolu filozofu platon sokrates doğa düşünürleri
filozofların eğitim ile ilgili görüşleri