✨ Bu Kadar Karanlık Bir Gökyüzü Fırtınasız Açılmaz
Bu kadar karanlık bir gökyüzü fırtınasız açılmaz. Dün akşam arkadaşlarımızla sevinçle gülerek şakalaşarak Veryansın TV’yi açtık, uzun bir yola çıktık, birbirimize hayırlı olsun
Bu, en büyüğünden en küçüğüne kadar yüzlerce sanal karanlık madde kümesinin (veya halenin) ayrıntılı resimlerini ve analizlerini elde ettiler. 🌌 Evrendeki maddenin çoğu karanlıktır (istisnai durumlarda yaydıkları gama radyasyonu dışında) ve doğası gereği yıldızları, gezegenleri ve insanları oluşturan maddeden
Kişiselgörüşlerini ve fikirlerini tamamen dayatmak ister. İnsanları fethetmek için kelimelerin gücünü kötüye kullanır. Tek boyutlu düşünür, sabit fikirleri ve önüne geçilmez bir konuşma isteği vardır. Zor, karanlık ve yıkıcı bir düşünce yapısına sahiptir. Pluto 4.evde: Duygusal Olarak Zincire Vurulmuş
Koca koca gezegenleri doldurduğu avuçlarına, insan bir damla su sığdıramaz hale gelir. Hiçbir kendinden emin oluş kalesi, kendi görevini yerine getiremez. Bu saatlerde, bu kalelerde hiçbir kapı kilitli kalmaz. O huzursuzluk, o sıkışma, her heybetli kapıdan sızar insanın ruhuna. Gözlerini doldurur.
Bu tip calışmalardan biri de 1940’lı yıllarda Shannon geliştirdiği labirent cözebilen bir faredir. Bu fare basit bir öğrenme algoritması ile çalışıyordu. *1953 yılında Grey Walter, robot bir kaplumbağa geliştirdi. Oval şekilli bu kaplumbağanın hareket etmesi ve yön değiştirmesi iki motorla sağlanıyordu.
Ayışığını armağan eder bize, özlemiyeyim diye sabaha kadar gözlerini. Tüm orman sen kokar, sen çiçekleri açar heryerde. Teninle temizlenir nehirAdımlarınla hayat bulur toprak. Sesini duyunca, utanır susar tüm kuşlar. Ve ilk defa, bir şelaleden atlarken öpmek isterim seni.
Bu imkansızlığın tezahürüdür . Şu ortamızdan akan nehir. Ne kadar da vefakar. Kızgın bir kirpiyi okşamaktır. Bu vadiden geçmenin adı. Ah Gaia bu sevmenin bilançosu yüksek. Anladım ki ben bu sevişmeden muafım. Acıya rekortmen bir mükellef . Sen sırtını bana dön ben sırtımı sana. Olmayacak şu kafir duasına. Amin demesek
MN8T. EGE IŞIK ÖZATAY Tarihi Temmuz 15, 2022 1034Arter’in güneş almayan -1. katında açtığı sergisi Başımızda Siyahtan Bir Hâle’de sistemlerin bozulmasına sebep olan entropik kuvveti merkeze alan Ahmet Doğu İpek, yanardağ patlaması, kum fırtınası gibi doğa olaylarından yola çıkarak yaptığı resim, çizim, yerleştirme ve videolarla izleyiciyi ışıksız’ bir evrene bizden milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki yıldızlarla dolu gökyüzünün karanlığına kaldırdığımızda, bu ucu bucağı belli olmayan evrende tek başımıza olmadığımızı hatırlarız. Evrenin 15 milyarlık evrimi, kara delikler, siz tam bu cümleyi okurken içimizden gelip geçen milyarlarca karanlık madde parçacığı, solucan delikleri, Samanyolu ve Carl Sagan’ın tanımlamasıyla hepimizin geldiği yıldızlar, dehşet verici bir sonsuzluğun içinde bizimle birlikte dönüp duruyor. Karanlık yalnızca fizikçilerin ve diğer biliminsanlarının araştırdığı bir olgu olarak kalmaz; şairler ve edebiyatçıların da konusu haline gelir. “Karanlık savruların, ölümsüz anlarınca benim ol” diyen Ezra Pound, “Aşkın bu karanlık gecesinde, hicranımı duydum, seni andım” dizelerinin sahibi Ahmet Haşim, “Bu kadar karanlık gökyüzü fırtınasız açılmaz” repliğinin sahibi Shakespeare; karanlığı yalnızca bir metafor olarak kullanmakla kalmazlar, onu başkalaştırırlar da. Bu başkalaşım, sanatçı Ahmet Doğu İpek’in Arter’deki Başımızda Siyahtan Bir Hâle’ başlıklı son solo sergisinde yeni bir evren yaratımına bağlanıyor. Sergi, adını Edip Cansever’in Tragedyalar’ 1964 adlı kitabında yer alan Tragedyalar III’ şiirindeki bir dizeden alıyor. Cansever, biz’ ve siz’ arasında gidip gelen bu şiirde, bir dünya düzeninin yıkılışını, değerlerin çöküşünü, keskin toplumsal dönüşümler, şiddetli sanayileşme ve kentleşme ile karşı karşıya kalan bireyi yiyip bitiren yalnızlığı, kaygı ve sıkıntıyı dile getiriyor. Çok çeşitli yoğunluktaki siyahlar ve bambaşka tondaki karanlıklar ekseninde tasarlanan Başımızda Siyahtan Bir Hâle’ sergisi, Cansever’in şiirinden kolektif bir tutulmanın ve kimseyi esirgemeyen varoluşsal bir soğuğun biz’ öznesini içinde küratörü Selen Ansen, kaleme aldığı katalog yazısında, sanatçı Ahmet Doğu İpek’in çalışmalarındaki karanlık motifinin kavramsal çerçevesini şöyle anlatıyor “Işıksızlık durumundan yola çıkan Başımızda Siyahtan Bir Hâle’, sistemlerin bozulmasına, düzensizliğine veya daha kapsayıcı bir ifadeyle dönüşümüne sebep olan entropik kuvveti de merkezine alıyor. İpek’in yapıtları çoğunlukla figüratif olmakla birlikte, yaşadığımız çağın iklimini soyutlama yoluyla yansıtırken yaşamlarımızı derinden etkileyen küçük ve büyük ölçekli olaylara örtük bir şekilde dikkat de çekiyor. Bu yapıtlar, daha genel bir ifadeyle, ellerimizin veya gözlerimizin kavrayamadığı olguları -gökleri, karanlıkları, yeraltı güçlerini, tektonik hareketleri, gömülü hatıraları, sonsuz küçük, sonsuz büyük, çok uzak ve fazla yakın olanı- görünür kılıp erişebildiğimiz bir ölçeğe taşıyorlar.” Ahmet Doğu İpek’in 2020-22 arasında ürettiği işler, Arter’in güneş almayan -1. katındaki sergi mekânında yeni bir dünya oluşturuyor. İzleyici taşlar, kayalar, güneşler, yanardağlar, sıvı ve göksel uzamlar, yeraltı âlemleri ve uzak diyarlar arasında karanlık bir yolculuğa çıkıyor. Sergi, yalnızca birkaç adım atarak sonsuz mesafeleri ve sınırsız zamanları kat etmek, jeolojik çağları, siyasal dönemleri ve birbirini takip eden gündüzlerle gecelerin rutin zamanını aşmayı mümkün kılıyor. Küratör Ansen, sergiyi tanımladığı sözlerine şöyle devam ediyor “Sergi alanının sınırları içinde gözler önüne serilen formlar, kuvvetler ve hareketler, İpek’in kozmolojisini oluştururken sanatçının daha önce ürettiği yapıtlarla bağlar da dokuyorlar. Buraya gözlerimiz açık girsek dahi görünenle yetinmememiz gerekir. Çünkü burada yer alan somut her şey, elle tutulamaz birçok duyguyla, unutulmuş ya da henüz doğmamış birçok yaşamla bağlantılıdır. Çünkü var olan her şey aynı zamanda başka bir şeydir de. Havadan daha hafif olan, ışıksız günlerin ağırlığıyla yüklüdür. Kordan daha sıcak haldeki, karanlık ve soğuktan -da- öte bir çağdan geçtiğimizi haber verir. Nihayet, burada hareketsiz ve suskun durmakta olan, aslında binyılların dilini konuşuyor ve yitip gidenin bazen geri geldiğini açığa vuruyor.”Sergide yer alan, adını Yunan mitolojisinden alan Zephyr I / Zephyr II’ adlı tek kanallı video yerleştirme; üretimi iki yıl süren, güneş tutulmasının döngüsel hareketini konu alan Çok uzaktan ve hep’ serisi izleyiciyi hayalle gerçeğin harmanlandığı masalsı bir dünyaya yolculuğa Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hâle’ başlıklı sergisi 29 Ocak 2023’e kadar Arter’de görülebilir.
Özel Gaziosmanpaşa Hastanesi Göz Bölümü'nden Uz. Dr. Muharrem Karakaya, teknolojinin gözlerimize verdiği zararı ve gözlerimizi korumak için neler yapabileceğimizi anlattı.. Bilgisayar ekranına ne kadar süre bakmak göz sağlığını bozar? Bilgisayar ekranına ya da televizyona uzun süre bakmak, sanılanın aksine herhangi bir göz kusuruna sebep olmaz. Sadece gizli hipermetropiniz ya da erken-başlangıç yaşlılık hipermetropisi varsa, belli belirsiz olan göz rahatsızlıklarınızı belirgin hale getirir. Ayrıca bilgisayar ekranlarının sürekli titreşen yapıda olması; görme güçlüğüne, bu da dikkatle izlemekte olan kişilerde yorgunluğa neden olur. Dikkatli bakış sırasında göz kırpma sayımızın dakikada beş-altı defaya indirilmesi normalde bu sayı, çok keskin görmeye ihtiyaç duymadığımız işlerde dakikada 12-16 defadır, kırpma yoluyla gözümüzün nemlenmesini sağlayan mekanizmayı yavaşlatarak göz kuruluğuna yol açar. Bu nedenle bilgisayar kullanıcılarında göz yorgunluğu ve göz kuruluğuna sık rastlamaktayız. Göz sağlığımızı korumak için günde en fazla kaç saat bilgisayar, tablet, telefon gibi ekranlara bakabiliriz? Günümüzde pek çok kişi; gün boyunca bilgisayarlar, akıllı telefon ve tabletlerle vakit geçiriyor. Araştırmalar; günde iki saatten fazla bilgisayar kullananların hemen hemen hepsinin göz sağlığının tehlikede olduğunu gösteriyor. Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya da uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek gözleri korur. Ayrıca daha sık göz kırpmaya çalışılmalı. Karanlık ortamlarda ekrana bakmaktan kaçınmak gerekiyor. Akıllı telefonlar ve tabletler gibi diğer teknolojik aletler de gözümüzü bilgisayar ekranı kadar yoruyor mu? Akıllı telefonlar; yatkınlığı olan kişilerde miyopinin tetiklenmesinde ve artmasında etken olabilir. Bu cihazlar; genellikle standart okuma mesafesi olan 40-50 santimetreden daha yakında tutuluyor, sıklıkla da daha küçük cisimleri görmek için bizleri zorluyor. Bu da miyopinin ortaya çıkmasında ve ilerlemesinde yepyeni bir risk faktörü olabiliyor. Bunun yanında bilgisayar karşısında fazla zaman geçirenlerde sıklıkla rastlanan göz kuruluğu, tablet bilgisayar ile akıllı telefon kullanıcılarında da görülür. ÇÖZÜNÜRLÜK İYİ OLMALI Telefonun, tabletlerin ekranı aydınlık mı, yoksa karanlık mı olmalı? Ekrandan yansıyan ışık gözü yorar. Bu nedenle ekranların biraz mat olması daha uygundur. Göz sağlığı açısından kullanılan ekranlar; yüksek çözünürlü ve düşük parlaklık orantılı olmalıdır. Aynı zamanda bilgisayar, akıllı telefon ve tabletlerin ekranına doğru direkt aydınlatma yapılmaması gerekir. Ekran ile yakın çevre arasındaki aydınlık kontrastı 1/10'u aşmamalı, oda aydınlatması gözü yormayan, rahatça görmeyi sağlayacak şekilde ayarlanmalı. Ekran yüzeyinde parazit yansımaların oluşmaması için, ekranın konumuna da dikkat etmek gerekmektedir. Işık kaynağı, ekrana yan taraftan gelmeli. GÖZ SEVİYESİNE DİKKAT Teknoloji çağındayız; sadece bilgisayar ekranına değil tüm ekranlara bakmak kaçınılmaz bir durum. Peki, gözlerimizi bu durumdan korumak için ne yapmalıyız? Öncelikle bilgisayar kullanıcılarının göz yorgunluğu ve yakınmalarını önlemek için; bilgisayar ekranının üst seviyesinin, göz seviyesini aşmamasına dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü bu sayede, gözünüzün çalışma sırasında hafifçe aşağı bakar pozisyonda olmasını sağlayabilirsiniz. Bu durum da göz kapak aralığınızın bir miktar dar kalmasını sağlayıp gözyaşınızın buharlaşabileceği göz yüzeyini azaltacaktır. ÇİFT GÖRME OLABİLİR Teknolojik aletlerden ötürü gözlerimizin bozulduğunu nasıl anlarız? Çoğu rahatsızlıkta olduğu gibi göz yorgunluğu; farklı kişilerde, farklı şekillerde gelişebilir. Sık bilgisayar kullanan kişilerde görülen baş ağrısı da bir göz rahatsızlığının belirtisi olabilir. Gözlerde ağrı, yorgunluk, kuruluk hissi, beraberinde kızarıklık ve yaşarma gibi problemler olabilir. Bulanık veya çift görme, odaklanma sorunu yaşamak da başlıca belirtiler arasındadır. 3D GÖZLÜKLERİ İKİ SAAT TAKIN 3 boyutlu filmler için olan gözlükler gözlere zarar verir mi? 3D görüntü izleme imkanı sağlayan gözlüklerle, iki saat film izlemek göz sağlığına zarar vermez. Ancak plastik polarize camdan üretilen 3D gözlükler uzun süre takılmamalı. Üç boyutlu gözlükler uzun süre takılıp yüksek ışığa maruz kalındığında, gözlerde hasar oluşabilir. Ayrıca göz bebekleri büyür.
Shakespeare kelimeleri ile fazla dramatik bir başlık atmış olabilirim. İşlerin kısa vadede bu kadar kötü olmadığını da söylemek gerek. Ancak genelde Asya özelde ise Çin tarafından daha önceki aylar ve yıllara oranla daha farklı dinamiklerin hüküm sürmeye başladığını da kabul etmemiz lazım. ABD verileri açıklanmadığı için hükümet kapalıydı yüzde olarak varsayılan dünya ticaret hacmi Aralık ayında yüzde 3 civarında bir gerileme göstermiş. Ancak analistler açısından ilginç olan bu değil. Yüzde 3’lük bu gerilemeye ticaret savaşının etkileri veya global yavaşlama diyerek geçebilirsiniz. Raporda pek çok detay var ancak bir tanesi çok çarpıcı. Grafikte Asya’nın ithalat hacmini görüyorsunuz. Ağustos ayında tepe yaptıktan sonra yüzde 14 oranında bir gerileme var. Sadece kriz sırasında daha büyük bir gerileme söz konusu olmuştu. Toplam ticarette görülen gerileme ile karşılaştırıldığında çok çarpıcı bir daralma olduğu göz ardı edilemez. İlk paragrafı dikkatle okudunuzsa bir kelime çelişkili gelmiş olmalı. Ticaret savaşları yaşanırken yani Çin’in ihracatına gümrük vergileri gelirken Asya’nın ihracatı zirvesinden yüzde gerilemiş. Çakılan ise iki katı düşen ithalat veya iç talep diyebiliriz. Piyasada finansal ürünlerin gidişatına bakılarak yapılan günlük yorumların aksine bir noktayı netleştirmekte fayda görüyorum. Çin 2009 yılında da, şimdi olduğu gibi, ekonomiyi canlandıracak adımlar atmıştı. Muazzam büyüklükte bir programla yatırım hamlesine girişmiş ve büyüme hızla momentum kazanmıştı. Buna paralel özellikle emtia ihracatçısı gelişmekte olan ülkeler de hızla toparlanmıştı. Bu kez Çin 2009’dan daha farklı davranmak zorunda ve davranıyor da. Doğrudan iç piyasaya yönelik adımlar atacak zira bu veride de görüldüğü gibi sorun iç talebin hızla yavaşlıyor olması. Komünist partinin 100. kuruluş yılı olan 2021’e kadar büyük bir krizi izin verilmeyeceğini düşündüğümü paylaşmıştım ki bir kaynaktan aslında çok daha fazla sembolik bir senede olduğumuzu okudum. Tiananmen’in 30. yıldönümü, 1919 yurtsever öğrenci olaylarının 100. yıl dönümü, Tibet’in isyan etmesinin 60. yıl dönümü, Mao’nun Çin Halk Cumhuriyetini kurmasının 70. yıl dönümü. Kısacası Çin yönetimi bu kadar sert bir yavaşlamayı göze alamaz, buna rağmen yavaşlama bu sertlikte devam ediyorsa kontrolden çıkmış demektir. Öte yandan bir detay daha kritik. Ticaret görüşmeleri sırasında ABD’nin istikrarlı bir Yuan talep ettiğini görüyoruz. İstikrar nedir , hangi seviye istikrarlıdır vs gibi sorular bir yana Yuan artık ABD’nin iddia ettiği gibi ucuz bir para birimi değil. 2007 öncesi Çin’in kuru düşük tutma politikası güttüğünü söylemek hatalı olmazdı ancak şu anda reel endekse baktığımızda Yuan’ın biraz değerli bile olduğunu söylemek mümkün. Kısa vadede kuvvetli Yuan başta iç tüketim olmak üzere sorunlu bazı dinamiklere çözüm olabilir. Ancak Çin hükümeti Japonya ve Plaza anlaşmasının sonuçlarını unutmamalı. Şayet piyasalar, o tarihte Yende olduğu gibi, Yuan’ın değerleneceğine ikna olursa ciddi bir fon girişi ve ardından varlık fiyatlarında balonlar oluşacaktır. Elbette bunun sonu uzun süreli defl atif bir dönem. Üstelik Japonya o tarihlerde zengin ülkeler statüsüne girmeyi başarmıştı. Çin ise böyle bir krize yuvarlanırsa hedefini asla gerçekleştiremez.
Geceleri gökyüzünün karanlık olması ilk bakışta güneş ışığının Dünya’nın karanlıkta kalan kısmına ulaşamamasına bağlanabilir. Ancak durum aslında çok daha karmaşıktır. Geceleri gökyüzünün neden karanlık olduğu yüzyıllarca bilim insanlarının kafasını meşgul etmiş bir soru ve cevaplanması ancak geçen yüzyılda yaşanan bilimsel gelişmelerden sonra mümkün oldu. Öncelikle Olbers paradoksu olarak adlandırılan bu durumun nereden kaynaklandığına bir göz atalım. Daha sonra da paradoksun nasıl çözüldüğünü görelim. Gözlemler uzayın büyük ölçekteki yapısının izotropik olduğunu gösterir. Başka bir deyişle gökyüzünde hangi yöne bakarsanız bakın homojen bir dağılım görürsünüz. Eşit alanların içinde hemen hemen aynı sayıda gökada, yıldız vs. vardır. Öyle ki hangi yöne bakarsanız bakın, gözünüze o yöndeki bir yıldızdan ışık gelir. Daha uzak olan yıldızlardan gelen ışık miktarı tabii ki daha az olacaktır ancak daha uzak mesafelerdeki yıldızların sayısı daha çoktur. Dünya’yı uzayda bir nokta olarak düşünecek olursak, Dünya’ya eşit uzaklıkta olan noktalar bir kürenin yüzeyinde bulunacaktır. Kürenin yüzey alanı, yarıçapının karesiyle orantılı olduğu için -uzaydaki madde dağılımının homojenliğini de hesaba katarak- Dünya’ya olan mesafe iki katına çıktığı zaman o uzaklıktaki yıldızların sayısı dört katına çıkacaktır. Ancak yıldızlardan ulaşan ışığın miktarıysa aradaki uzaklığın karesiyle ters orantılıdır. Dolayısıyla Dünya’ya farklı uzaklıklardan ulaşan ışık miktarı aynı olmalıdır. Ancak geçmişte evrenin sonsuz olduğu düşünülüyordu ve bu bir paradoksa yol açıyordu Herhangi bir uzaklıktaki yıldızlardan aynı miktarda ışık Dünya’ya ulaşıyorsa ve evren sonsuzsa gökyüzü geceleri de parlak olmalıydı. Olbers paradoksu üzerinde yorum yapanlardan biri de ABD’li edebiyatçı Edgar Allan Poe’ydu. Poe, geceleri gökyüzünün karanlık olmasının nedeninin, evrenin sadece bir kısmının gözlemlenebilmesi olduğunu öne sürdü. Eğer ışık uzayda sonlu bir hızla yol alıyorsa ve evrenin yaşı da sonluysa -uzay sonsuz olsa bile- ancak belirli bir hacmin içindeki yıldızlardan gelen ışığın Dünya’ya ulaşması mümkündür. Poe’ya göre bu hacmin içindeki yıldızların yoğunluğu geceleri de gökyüzünün aydınlık olması için yeterli değildi. Bu düşünce doğrudur, ancak Olbers paradoksunun çözümü için tek başına yeterli değildir. Büyük Patlama’nın varlığı yeni bir paradoks doğmasına yol açar. Büyük Patlama’dan kısa süre sonra tüm evren çok sıcaktı ve ışıkla doluydu. Öyle ki uzaydaki her nokta yıldızların yüzeyi kadar parlaktı. Bu durumda bugün uzayda herhangi bir yöne baktığımız zaman Büyük Patlama’dan arta kalan ışığı görmemiz gerekmez mi? Bu paradoksun çözümü ise evrenin genişlemekte olduğu gerçeğinde yatar. Esasen uzayda her yönde Büyük Patlama’dan arta kalan ışık vardır. Ancak evrenin genişlemesi sebebiyle, kozmik mikrodalga artalan ışıması olarak adlandırılan bu ışığın dalga boyu uzamıştır. İnsan gözü, ışık tayfının mikrodalga kısmında kalan artalan ışımasını algılayamaz. Özetle geceleri gökyüzünün karanlık olmasının en önemli nedenleri, evrenin genişlemekte olması ve yaşının sonlu olmasıdır. Bilim Genç web sitesinde yayınlanan yazı, haber, video, fotoğraf, çizim ve animasyonların her türlü hakkı TÜBİTAK’a aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi olsa alıntı yapılamaz, kopyalanamaz ve başka yerde yayınlanamaz. Uzay Benzer İçerikler Popüler İçerikler
Gece gökyüzü ile insan ilişkisinin nasıl evrildiğine göz atın Görsel Craig Mayhew and Robert Simmon, NASA GSFC Geceleri dışarı çıkıp gökyüzüne baktığınızda ne görüyorsunuz yüzlerce yıldız tarafından vurgulanan siyah kadife veya gökyüzünde yanıp sönen birkaç ışıkla noktalı mavimsi bir parıltı mı? Yapay ışıklandırmalar insan yerleşimleri üzerinde parlarken, yıldızlar soluyor. 2016 yılında yapılan bir araştırmaya göre, beş Kuzey Amerikalıdan sadece biri geceleri Samanyolu’nu görebiliyor ve Amerikalıların % 99’u hafif ışık kirliliği altında yaşıyor. İnsanların binlerce yıldır gökyüzüyle nasıl ilişkili olduğunu araştıran, Los Angeles’taki Griffith Gözlemevi yöneticisi Krupp, verdiği demeçte bunun, insanların bin yıllar boyunca alışıla gelmiş yaşama biçiminden oldukça farklı olduğunu belirtti. Krupp, “Çoğumuz, gece gökyüzünü görmediğimiz, aslında varlığından bile habersiz olduğumuz bir kentsel ortamda yaşıyoruz.” dedi. “Kendimizi atalarımızın bakış açısına daldırmak gerekiyor, hatta sadece ailevi atalarımızın da değil, daha geçmişe gidip tarihsel atalarımızın bakış açısına dalmak gerekiyor. Çünkü 100 yılı aşkın bir süre önce işler böyle değildi.” diye ekliyor. Krupp, yapay aydınlatmanın insanlar için tartışılmaz bir nimet olduğunu ancak bunun yanı sıra bizi gereksiz bir ışıkla kirlettiğini, bununla da kalmayıp, dikkatimizi dağıtarak gece gökyüzüne bakmaktan ayrı düşürdüğünü ve artık başka şeylerle meşgul olduğumuzu söylüyor. Ancak bu ayrılığın bilincinin son birkaç on yılda artmakta olduğunu belirterek, karanlık gökyüzünü korumaya odaklanan küçük bir hareketin de olduğunu belirtti. Bu yıl 19 Nisan’da başlayan ve her yıl tekrarlanacak olan Uluslararası Karanlık Gökyüzü Haftası’nı düzenleyen Uluslararası Karanlık Gökyüzü Derneği, bu hareketin öncülerinden biri. Krupp, “Kozmosdaki yerimiz bir kaza sonucu olmasına rağmen, gece gökyüzü güzelliğine ve görünen düzenine duygusal bir tepkimiz var. Beynimizin cevap verdiği şeyler aslında olağanüstü zevk vericidir ve insanların bunu kaçırmasını gerçekten istemezsiniz. Gökyüzüyle olan bu etkileşimin, teknolojideki ustalığımız ve davranışlarımızı adapte etme yeteneğimiz gibi araştırmalarımızı ileriye taşıyan başlıca noktalardan biri olduğunu görebiliriz.” diye ekledi. İnsan beyni ve gökyüzü arasındaki bağın modellere bakma eğilimimiz üzerine özellikle de tarım döngüleri üzerinde kök saldığını belirtti. Her ne kadar günümüzde artık olmasa da geçmişte bu bağ, gece gökyüzüne dikkatleri çekerek bin yıl boyunca hayatta kalma aracı oldu. Fakat teknoloji, insanları gökyüzünden ayırmış olsa da yerine uzaydan çekilen görüntüler ve İnternet gibi yeni bağlantılar sundu. Ülkemizdeki Çalışmalara Örnek Türkiye de teknolojinin yarattığı bu gereksiz ışık kirliliği için birkaç yıl öncesinde adım atmaya başlamış durumda. Türk Astronomi Derneği TAD öncülüğünde bu konuda adımlar atılmaya ve bazı anlaşmalar yapılmaya başlanmıştır. Örneğin inşası hali hazırda süren Doğu Anadolu Gözlemevi DAG çevresinde herhangi bir yerleşke yapılmaması gerektiğine dair anlaşmalar, daha DAG teleskobu binası içindeki yerini almadan gerçekleştirilmiş durumda. Bu günlerde hiç olmadığı kadar fazla insan uzayda gördüğümüz şeyin ölçeğini, tuhaflığını ve mutlak ihtişamını her zamankinden daha fazla takdir ediyor. Ama asıl nokta da bu. Evreni tıpkı atalarımızın yaptığı gibi kahramanca bir şeye dönüştürüyoruz ve bunu sadece farklı bir şekilde yapıyoruz.
bu kadar karanlık bir gökyüzü fırtınasız açılmaz