🎰 Yanlış Isimle Hitap Etmek Psikoloji
vYl3bFk. Ana Sayfa İletişim EN 2016-07-12 Mahcubiyet, doğumdan itibaren hissedilen temel duygulardan biri olmayıp, kişinin kendilik algısının ve davranışlarının diğer insanlar tarafından değerlendirileceğine dair kavrayışının gelişiminden sonraki süreçte zaman içinde belirir. Kızgınlık, şaşkınlık ve korku gibi temel duygular düşünce süreçlerinden bağımsız, otomatik olarak ortaya çıktıkları halde, utanç, suçluluk, gurur gibi kişinin kendi benliğine dair bir farkındalığı temel alan duygular daha karmaşıktır. Bu duyguların hissedilebilmesi, kişinin kendisi hakkında düşünebilmesini ve kendi kendini değerlendirebilmesini gerektirir. Tipik olarak, bir insan mahcup olmuş hissettiğinde belli bir takım davranışlarda bulunur. Örneğin, yeni tanıştığı birine yanlış bir isimle hitap eden bir kadın muhtemelen yere bakacak, gülümsemesini kesecek, kafasını farklı bir yere çevirip bakışlarını karşısındakinden kaçıracaktır. Yüz kızarması da yaygın olarak görülmekle beraber, Harris bu tepkinin evrensel olmadığını belirtmiştir. Gözle görünür olan bu tepkilerin arka planına bakıldığında da, bu ikincil duygular esnasında temel duygulardakinden farklı bir fizyolojik sürecin işlediği görülür. Kızgınlık ve korku gibi temel duygular esnasında hem kalp atış hızı hem de kan basıncı aniden yükselirken, mahcubiyet esnasında, Harris’in araştırma bulgularına göre, ilk anda kalp atış hızı ve kan basıncı aniden yükselmekteyse de kısa süre sonra kalp atış hızı normale döndüğü halde kan basıncı yükselmeye devam etmektedir. Harris “Bu ikili bağlantı, mahcubiyet duygusuna özgü bir işaret olabilir” demiştir. Peki mahcubiyet beynin hangi bölgesinden kaynaklanır? Yakın zamanda, California Üniversitesi’nden Nöroloji Doçenti Virginia Sturm ve ekibi, beynin belli bir bölgesindeki gri maddenin mahcubiyet duygusunun oluşumunda önemli bir rol oynadığını belirledi. Sturm’ın, sosyal olarak uygunsuz açıklamalarda ve davranışlarda bulunmalarına rağmen hiç utanmış veya küçük düşmüş hissetmeyen, frontotemporal demans kişilik ve davranış düzeyinde derin değişikliklere yol açan bir beyin hastalığı tanısı almış hastalarla yürüttüğü çalışmada, beynin sağ lobunda bulunan “pregenual anterior cingulate cortex” bölgesinin bu hastalarda, sağlıklı insanlara kıyasla daha küçük bir hacme sahip olduğu ortaya çıktı. Sağlıklı insanlarda da beynin bu bölgesinin mahcubiyet duygularının üretiminde rol oynadığı düşünülüyor. Nitekim Sturm ve ekibinin yürüttüğü çalışmada, kendilerinin 1964 yılının hiti olan “My Girl” şarkısını söylerken çekilmiş videolarını izlerken kolaylıkla mahcup hissetmeyen sağlıklı katılımcıların, performansları nedeniyle mahcup olan bireylere kıyasla beyinlerinin “pregenual anterior cingulate cortex” bölgesinde daha az gri maddeye sahip oldukları saptandı. Psikologlar, ayrıca utanç shame ve mahcubiyet embarrassment duyguları arasında ciddi bir ayrım olduğunu vurguluyorlar. George Mason Üniversitesi’nde Psikoloji öğretim görevlisi olan June Tangney, “Pek çok insan utanç ve mahcubiyet duyguları arasında bir bağlantı olduğuna, hatta mahcubiyetin bir anlamda hafif utanç’ olarak da düşünülebileceğine inanır.” diyerek, aslında gerçekte bu iki duygunun birbirinden bağımsız olduğunu dile getirdi. Tangney’e göre, utanç kişinin gerçekleştirdiği ahlaki bir ihlalle veya işlediği bir suç ile bağlantılı olarak hissettiği daha yoğun bir duyguyu ifade ediyor. Ayrıca pek çok insan utanç duygusunu diğer insanlarla bir aradayken hissetmesine rağmen, yalnız başınayken utanç duygusunu hisseden insanların sayısı da az değildir. Öte yandan mahcubiyet sosyal ortamlarda yapılan yanlış davranışlarla doğrudan bağlantılı olduğu için kişi sosyal bir çevre dışına çıktığı zaman mahcubiyet duygusu da çoğunlukla ortadan kalkıyor. Ayrıca mahcup hisseden insanların hatalarıyla eğlenme eğiliminde olduklarını ifade eden Tangney, “Fakat insanlar utanç hissettiklerinde, bu durumla ilgili mizahi ve gülünç hiçbir unsur bulunamaz.” diyerek, iki duygu arasındaki farkı vurgulamıştır. *Kirsten Weir’in, Monitor on Psychology dergisinin Kasım 2012 tarihli 10 numaralı sayısında yer alan “A Complex Emotion” başlıklı yazısının Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi Bizi Arayın Terapistlerimiz Benzer İçerikler Zor İnsanlarla Konuşmanın 8 Yolu Ninja-insan becerileri herkesle iyi geçinmenize yardımcı olabilir. Çoğumuzun üstünlük davranışı gösterenlere alerjisi vardır. Bu insanlar küçümseyici bir ... Beden Algısı Bozukluğu ’Beden algısı bozukluğu; kişinin dış görünümündeki önemsiz denebilecek kadar küçük veya hayali kusurlarıyla yoğun zihinsel uğraşı ... İlginizi Çekebilir Sınav Kaygısı ile Başa Çıkmak Sınav Kaygısı ile İki Ana Adımda Başa Çıkılabilir. Genellikle duygusal ve fiziksel belirtilerle kendini gösteren sınav kaygısını bu dönemde pek çok gençte... Sitemiz performansını artırmak ve kullanıcı deneyiminizi geliştirmek için çerezler kullanmaktadır ve bu web sitesini kullanmaya devam ederseniz, çerez kullanımını kabul etmiş olursunuz. Kullandığımız çerezler hakkında daha fazla bilgi edinmek için çerez politikamız Kabul Et
Sevgili ziyaretçilerimiz gündelik yaşantıda insanın işittiği her bir kelime, gördüğü her bir olay ruhunda farklı etkilere sebep olur. Hatta öyle ki psikolojik rahatsızlıkları bulunan bir kişi ile psikolog arasında gerçekleşen bir görüşmelerinin kişinin ruhundaki düğümlerin çözülmesine, içinden çıkamadığı birtakım sorunların kaybolmasına nasıl da yol açtığını bilmeyen yok gibidir. Çünkü söz bir büyü tesirindedir, hitap edilen kişiye bir ok gibi saplanır ve onun ruhunda birtakım dalgalanmalara neden olur. Birtakım kelimeler vardır ki insan o kelimeyi duyduğu an vücut otomatik bir tepki verir. Yoklayın lütfen kendinizi; "yağmur" kelimesinin ruhunuzda oluşturduğu dalgalanma ile "fare" kelimesinin ruhunuza gönderdiği sinyal anı mı? Veya "çiçek" kelimesinin ruhta oluşturduğu etkiyle "diken" kelimesinin ruhta oluşturduğu etki aynı mı? Tabii ki değil. Çünkü her bir kelime kendine has bir de ruh taşır. Bir "çiçek" kelimesinin ruh ile bir "diken" kelimesinin ruhu birbirinden farklıdır. Kelimeler, nasıl ruh elbisesi giyer? Peki, bir kelime üzerinde taşıdığı ruhu nasıl edinir? Bir kelimenin ruh elbisesi giymesi üç unsurla olur. Bunlardan birincisi, kelimenin kullanıldığı toplumda o kelimeye yüklenmiş anlam ile şekillenmesidir. Yani aslında her bir kelimeye o kelimeyi kullanan toplum tarafından "ruh elbisesi" giydirilir. Örneğin "çiçek" kelimesini İngiltere'de kullanmış olsak bu kelimeyi duyan kişinin ruhunda oluşan etki, Türkiye'deki bir insanın ruhunda meydana gelen etkiden farklıdır. Çünkü İngiltere'de kullanılan "çiçek" kelimesi henüz hamdır ve ruhsuzdur. Bir İngiliz'e sorsanız; "Çiçek kelimesiyle ruhunda ne uyandı" diye; alacağınız cevap hep aynı olacaktır "Ne denildi anlamadım; ama çat çut diye bir ses geldi kulağıma!" der. Bizim ruhumuza serinlik veren bu kelime İngiliz'in kulağını tırmalamıştır. İkincisi, kelimeniz çıkış melodisiyle etkinlik kazanmasıdır. Örneğin dünyada kabul görmüş bir gerçek vardır ki Fransızca kelimelerin melodisiyle Almanca kelimelerin melodisi birbirinden farklıdır. Almanca bilmeyen bir kişi Almanca konuşulan bir ortama girse konuşulan konu çok muhabbet dolu bir konu olsa bile o konuşmayı dinleyen kişi muhtemelen tartışma yapılıyor gibi hissedebilir. Çünkü Almanca kelimelerin melodisi kulağa "hırçınlık ve agresiflik" çağrıştırmaktadır. O nedenle olsa gerek ki "Bir askere emir vermek için en güzel lisan Almanca lisanıdır" denilmektedir. Tıpkı bunun gibi Fransızca bilmeyen biri Fransızca tartışmaların yapıldığı bir ortama kulak kabartsa duyduğu kelimelerdeki melodik yapı ona tartışma havası değil, güzel sözlerin sarf edildiği yanılgısını oluşturabilir. Üçüncüsü; "ateş" kelimesi yangını, yanmayı, acıyı çağrıştırdığı için "ateş" kelimesinin taşıdığı ruh, insan ruhunu rahatsız edici olabilir ya da iğne kelimesinin insan ruhundaki tesiri "iğne" kelimesinin taşıdığı anlamla da birebir ilgilidir. Tıpkı bunun gibi, bazen isim başlangıç itibarı ile çok normal olsa da zaman içinde o kelimenin çağrıştırdığı anlam farklılaşmış olabilir. Örneğin rahmetli Kemal Sunal'ın "İnek Şaban" filminden dolayı "Şaban" ismi başlangıçta güzel bir anlam taşıyorken bu filmin gösterime girdiği andan itibaren farklı anlamlar çağrıştırmaya başlamıştır. İnsan Kullandığı İsim İle Bazen Eziyet Çeker Tüm bunları söyledikten sonra insanların üzerlerinde taşıdığı isimlere baktığımızda, gördüğümüz manzara gerçekten çok ürkütücü ve düşündürücüdür. Mademki "söz bir büyü" tesirinde kuvvetli oklarla insan ruhuna saplanmaktadır, psikolojik rahatsızlıkların aşılmasında kelimelerin gücünden faydalanılmaktadır, o halde bir insan bir ömür boyu, boynunda taşıyacağı kendine ait sözün yanlış seçilmesinin psikolojik kurbanı olabilir. Kişinin kullandığı ismin fonetik melodisi insan ruhunda rahatsızlık oluşturuyorsa ya da kişinin taşıdığı o isim o toplum tarafından hoş karşılanmıyorsa veya kişinin taşıdığı ismin manası negatiflik içeriyorsa, bu durumda o kişi bir ömür boyu kendisine her hitap edilişteki ruh dalgalanmasını, kendisine bakanların gözünde de negatif anlamları farkında olmadan üzerinde taşıyacaktır. Bunun tersi düşünüldüğünde, bir insan bir ömür boyu, boynunda taşıyacağı sözün doğru seçilmemesinin psikolojik kurbanı olabilir. Kişinin kullandığı ismin çıkış melodisi insan ruhunda rahatsızlık oluşturuyorsa ya da kişinin taşıdığı isim o toplum tarafından hoş karşılanmıyorsa veya kişinin taşıdığı ismin manası negatiflik içeriyorsa, bu durumda o kişi bir ömür boyu kendisine her hitap edilişteki ruh dalgalanmasını, kendisine bakanların gözünde de negatif anlamları farkında olmadan üzerinde taşıyacaktır. İsim Tekrarı İle Oluşan Mistik Tesir Aslında her insan kendi isminin zengini veya kurbanıdır. Kaderine tesir eden çok önemli güçtür taşıdığı isim. Çünkü o isim ve o isimle birlikte anılan ruh, kişiyi bir ömür boyu tesir altında tutacaktır. Bir insanın yaşamı boyunca duyduğu en çok kelimenin kendi ismi olduğu düşünülürse taşıdığı ismin ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Zira bir kelime ne kadar çok tekrar edilirse o kelimenin taşıdığı ruh o kişiye daha kuvvetli tesir eder. Bunu başka bir örnekle izah edelim Bütün dinlerde birtakım kelimelerin tekrarı ile ibadet yapıldığı bilinmektedir. Artık modern psikoloji de kabul etmektedir ki kişiler birtakım kelimeleri -ve tabii o kelimelerin bağlı olduğu ruhu- ne kadar çok hisseder ve ne kadar çok tekrar ederse kullanılan kelimenin ruhu o kişinin ruhuna çok ciddi tesir oluşturmaktadır. Örneğin "Allah" kelimesinin sık sık tekrar edilmesiyle kişinin ruhunda oluşan "dinginlik" ve "huzur" gözle görülen bir gerçektir. Zira "Allah" kelimesinin ruhunun o kişinin ruhuna teması, belli bir etkileşimi de beraberinde getirmektedir. Hatta Hindistan gibi büyü ve büyücülüğün çok meşhur olduğu bazı ülkelerde, yine birtakım mistik kelimelerin tekrarıyla büyücülük yapıldığı bilinmektedir. Tüm bu bilinenleri yeniden yan yana getirdiğimizde görülmektedir ki insanın taşıdığı "isimler" ve "sıfatlar" o kişinin karakterinin oluşmasında büyük rol oynamaktadır. Çocuğa konulan her “güzel” isim, çocuğa “uygun” olmayabilir Tabii ki her ebeveyn kendince çocuğuna uygun bir isim koyduğunu düşünür. Ancak burada bir noktanın altını çizmekte fayda var ki o da çocuğa konulmuş olan her güzel isim, çocuğa uygun isim olmayabilir. Örneğin Amerika'da çocuk isimleri üzerine yapılan bir araştırmada, ismi "Başarı" olan çocukların hayatlarının başarısızlıklarla dolu olduğu ve çok defa uyuşturucu ve alkol bağımlılığına yöneldiği tespit edilmiştir. Aslında "Başarı" ismi güzel bir isim olmasına rağmen çocuk için uygun bir isim değildir. Neden? Çünkü bu isim, çocuğu "aşırı tetikleyici" bir isimdir. Yani çocuğa her "Başarı" diye seslenildiğinde, yapmakta olduğu işlerde başarılı sonuçlar çıkması yönünde kendinde bir psikolojik tetiklenme hissetmektedir. Örneğin daha ilkokul yıllarında "Başarı" isimli öğrenci kendini derslerde "başarılı" göstermek zorundadır. Aksi takdirde her başarısızlığının karşısında arkadaşlarının alay konusu olma, onların kendisine "Hayırdır, Başarı, başarısız mı oldun?" esprisine konu olma riski vardır. Başka bir deyişle, çocuk kendi isminin kendisini motive edici yanı ile kendi kabiliyeti arasında sıkışıp kalabilir. İnsan tabiatında "başarılı" olmak kadar "başarısız" olmak da çok normaldir. Devamlı başarılı olmak insana ait bir özellik değildir. İnsan başarılı olduğu kadar başarısız oldukça da insandır. Eğer anne baba, insan olmanın en tabii gereği olan "başarısızlık" kanalını çocuğa koyduğu isimle kapatmaya kalkarsa böylesi bir çocuk, karşılaştığı her bir başarısızlığı kendi ruhuna saplanmış bir ok gibi hissedecek ve bir süre sonra da aldığı bu darbelerin acısıyla kendisini teselli etmek için birtakım anormal davranışlar sergileyecektir. Bunlar "Artık hiçbir şey umurumda değil" diyerek hayattan kopuşlar olabileceği gibi, Amerika'daki örneklerde olduğu gibi, uyuşturucu ve alkolden teselli arayarak ruhundaki sıkıntıları dindirme gayreti de olabilir. Yukarıdaki örneği bizim toplumumuza yönelik olarak daha belirgin hale getirmek gerekirse Türkçeye girmiş olan motive edici isimlerin örneğin "Yiğit", "Aslan", "Yüce" gibi çocuğun ruhunu her an aşırı tetiklediği bilinmeli. bu isimlerin gereğini yerine getirmeye çalışan çocukların her an ismi ile tetiklendiğini ve isminin gereklerini sergileyebilmek için çırpınma riskinin bulunduğunu bilmek gerekir. Hatta çocuğun ismiyle çocuk arasında bir uyumsuzluk varsa bu da çocuk ruhunda ayrı bir yıpratıcılık taşır. Örneğin boy ve kilo itibariyle "cılız" olan bir çocuğa "Yiğit" isminin kullanılması o çocuğun bir ömür boyu ruhen çelişki içinde kalacağı veya isminden kaynaklanan aşırı tetiklenme haliyle "anlamsız" yiğitlikler sergileme riskinin oluşacağını anne babalar bilmelidir. Böylesi bir çocuk için fiziksel olarak güçsüz olsa da beline koyduğu bir silahla yiğitlik sergilemeye çalışması, taşıdığı bir bıçakla kendisini teselli etmeye çalışması bu çerçevede düşünülmesi gerekir. Cansız Varlıkların ve Hayvanların İsimleri İle Çocuklara Hitap Etmek Doğru mudur? Çocuğun ruhunun kaldıramayacağı isimlerden yukarıda bahsettik. Bunun yanında çocuklara konulan hayvan isimleri ve cansız varlık isimleri de vardır ki bunlara da değinmeden geçemeyiz. Aslında bazı anne babalar, çocuklarına hayvan isimleri koyarken o isimlerin bir hayvana da ait olduğunu düşünmeden ancak o hayvanın güzel bir yönünü hayal ettiği ve toplumda da sık kullanıldığı için bu isimleri tercih ettiği bilinen bir gerçektir. Ancak her ne olursa olsun, bir hayvanın ismi insana yüklendiğinde, o insanın ismini taşıdığı hayvanın sıfatını taşımak için aşırı bir motivasyon içine gireceği açıktır. Yukarıda verdiğimiz örnekte kuzu gibi ruha sahip Kurt isimli çocuk veya sessiz sakin bir ruha sahip olan Kurt isimli bir çocuk veya bunların tam tersi olarak yırtıcı ve parçalayıcı bir karakteri bulunan Ceylan isimli bir çocuğun yanlış ve belki de imkansız bir motivasyonla motive edildiği açıktır. Bununla birlikte birtakım cansız varlık isimleri de vardır ki bunlarla da çocuğa hitap etmek doğru değildir. Örneğin ruhunda cıvıl cıvıl ve sosyal olan bir çocuğa "Kaya" ismini koymak ne kadar doğrudur? Evet belki anne babalar çocuklarına yaşamlarında "Kaya gibi sert olsun, yıkılmasın" diye bu ismi koyuyor olabilir veya bu ismin kulağa hoş gelen fonetik yapısından dolayı anne babalar bu ismi tercih ediyor olabilir; ama kullanılan isme ait sıfat ve özelliklerin çocuğun ruhunda negatif tetiklemelere neden olacağı unutulmamalıdır. Çocuğa Tercih Edilecek İsimler Nelerdir? Çocuk için tercih edilecek isimlerin daha önce yaşamış ve güzel örnekler sergilemiş insanların isimleri arasından seçilmesi daha uygundur. Daha önceki dönemlerde yaşamış ve ismi güzelliklerle anılan bir insanın ismi çocuğa konularak o insanın "insan olarak" başardığı güzel işler çocuğa örnek olarak sunulabilir. Zira böylesi bir yöntemle, çocuğa sunulan örnek şahıs, insan olmanın gereği olarak yanlışları ile doğruları ile insan ruhuna daha fazla uyum içinde olacaktır; cansız varlık, hayvan ve eşyanın insan ruhuna uyumsuzluğunun önüne geçilecektir.
Aile içi iletişimde eşler arasında iletişimin ana unsurlarından birisi de birbirine hitap şeklidir. Eşlerin birbirine sevgi, saygı ve yakınlığının da bir göstergesi olan hitaplaşma, yuvada sevgi, saygı ve şefkat eksenli bir ilişki kurulabilmesi ve bunun sürdürülebilmesi adına önemli bir dinamiktir. Meselenin bir boyuta da bu atmosferde yetişen nesillerin üzerinde meydana gelecek etki ve algıdır. Bunun için hanım beyine, bey de hanımına seslenirken kullanacağı isim, künye ya da sıfatları özenle seçmelidir. Zira iletişimde karşı tarafa verilecek mesaj, ona hitap ederken seçilen kelimeler üzerinden taşınacaktır. Bu kelimeler arasında ise başlangıçta tercih edilen ilk kelimenin yani hitabın ayrı bir yeri vardır. En Güzel Hitabı Seçmek Allah Resûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem beyanları içerisinde İslam’da asıl olan, her işe ihsan vasfını hâkim kılmaktır “Şüphesiz ki Allah, her şeyde ihsanı güzelliği/iyiliği yazmış; farz kılmıştır…”1 Bu yönüyle ihsan, Müslümanın her işinde hayat standardını belirleyen bir ölçüdür. İhsan, söz, fiil ve davranışta en güzel ve en iyi olanı tercih etmektir. İhsan prensibi, en dar dairede aile içinde daha sonra da çevrede ve toplumda herkese ve her şeye karşı uygulanmalıdır. Bugün aile hayatında eşlerin birçoğu bu ilkeyi uygulamayı ihmal ettiklerinden sıkıntı yaşamaktadır. Zira “Allah güzeldir, güzeli sever.”2 hükmünce ilişkilerde güzeli aramak ve bu hususta örnek olmak, insanı hem Rabbine hem de çevresine sevdirecektir. Bu yönüyle aile içi iletişimde eşlerin, birbirine hitap ederken de ihsanı gözetmeleri gerekir. Eşler, birbirlerine en çok hoşlanacakları isim ve sıfatlarla hitap etmeye çalışmalıdırlar. İnsan, kendisinin hoşuna gitmeyeceği bir şekilde başkasına da hitap etmemelidir. Ta ki kendisi de hoşlanmayacağı bir hitapla karşılaşmasın. Peygamber Efendimiz’in hayatına bakıldığında O’nun hem ailevî hem de ictimaî hayatında sözlü ve fiilî sünnetinin daima bu istikamette olduğu görülür. O, bu konuda müminlere verdiği temel bir ölçüde, bunun bir kul hakkı olduğuna da dikkat çeker ve şöyle buyurur “Müminin kardeşi üzerindeki bir hakkı da onu, kendisine en sevimli gelen ismiyle çağırmasıdır.”3 Peygamberimiz’in Ezvâc-ı Tâhirâta Hitabı Allah Resûlü, hanımlarına, onların hoşuna gidecek bir isim ya da vasıf seçer ve öyle hitap ederdi. Hatta hitap ederken sesini incelttir ve yumuşatırdı. Bir defasında Hz. Âişe validemize şefkatli bir eda ile ismini de “Âiş” şeklinde değiştirerek şöyle demişti “Ya Âiş! Cibrîl, sana selam söylüyor.”4 Bir bayram günü Mescid-i Nebevî’ye Habeşliler gelmiş ve kılıç-kalkan gösterisi yapmaya başlamışlardı. Hz. Âişe validemize dönen Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, farklı bir isimle ona, “Ya Humeyra!” diyerek hitap etmiş ve “Onları seyretmek ister misin?” diye sormuştu. O Evet, isterim.’ cevabını verince ona uzun süre gösteriyi seyrettirmişti.”5 Allah Resûlü, Veda Haccı yolculuğuna eşleriyle birlikte çıkmıştı. Yola çıkarken Hz. Âişe validemizin saçlarına sürdüğü sarı renkli bir koku, yolculuk esnasında yüzüne akmıştı. Bunun üzerine Efendimiz, yüzündeki bu renkten hareketle kendisine şöyle hitap etmişti “Şu an rengin, gerçekten çok güzel ey Şukayra/Sarışın!”6 Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem bazen hanımlarına “Ehl-i beyt” diyerek de hitap ederdi. Mesela Zeyneb bint-i Cahş validemizle evleneceği gece bütün hanımlarını tek tek odalarında ziyaret etmiş ve onlara “Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun, ey ehl-i beyt!” diyerek selam vermiş, hal ve hatırlarını Bu selam şeklinin Kur’ân’da da geçtiğini görmekteyiz. Hz. İbrahim ve ailesini ziyarete gelen melekler de onlara رحمة الله و بركاته عليكم اهل البيت diyerek selam Dolayısıyla selamlaşma ya da hitaplaşma esnasında “ehl-i beyt” yani hane ehli, ya da hane sakini/leri gibi bir hitap da kullanılabilir. Validelerimizin, Efendimiz’e Hitap Şekli Hanımları da Peygamberimiz’e saygıda asla kusur etmez bu konuda hitaplarından ses tonlarına kadar ölçülü hareket ederlerdi. Bu hem eş olarak O’na karşı bir hak ve vazifeleriydi hem de bu konuda bütün müminlere verilen emir onları da bağlayıcıydı “Ey iman edenler! Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resûlü’nün önüne geçmeyin… Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın…”9 Pak zevceleri, Allah Resûlü’ne, bir şey söyleyecekleri zaman ses seviyelerini ayarlıyor, “Ya Resûlallah!” ya da “Ya Nebiyyallah!” diye derin bir sevgi ve saygıyla hitap ediyorlardı. Mesela Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm, Hz. Sevde bint-i Zem’a’ya, “Ey Sevde! Bu evliliğe mâni olan ne var?” diye sormuş, o da büyük bir sevgi ve saygıyla Vallahi, Ya Resûlallah! Endişelerim Seninle ilgili değil; çünkü Sen benim için yeryüzündeki en sevgili kimsesin!’ demişti…1 Beşer oluşlarının gereği O’na karşı biraz duygusal tepki gösterecek olsalar, onda da çok dikkatli ve ölçülü hareket ediyorlardı. Mesela Hz. Âişe validemiz bu tür durumlarda sadece Peygamberimiz’in adını açıkça söylemiyordu. Onun bu metodunun farkına varan Peygamber Efendimiz, “Ya Âişe! Ben, senin Bana kızgın olup olmadığını anlıyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Âişe radıyallahu anha merakla, “Nereden, nasıl anlıyorsun?” diye sormuştu. Peygamberimiz’in onun bu merakına cevabı, “Sen, Benden hoşnut olduğunda, Muhammed’in Rabbi’ne yemin ederim’ diyorsun. Bana kızdığın zaman ise, İbrahim’in Rabbi’ne yemin ederim’ diyor ve adımı anmıyorsun.” şeklinde olmuştu. Eşinin bu dikkat ve anlayışı karşısında çok memnun olan Hz. Âişe annemiz, “Doğru söylüyorsun ya Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki o tür durumlarda ben Senin adını dilimde anmasam da kalbimde daim anarım.” Yine bu tür durumlarda Efendimiz onlara şefkatle yaklaşır, onları yumuşatıp öfkelerini alacak şekilde hitap eder ve sinirlerine hakim olabilecekleri yollar öğretirdi. Mesela Hz. Âişe validemiz bu konuda şöyle bir hatırasını nakleder “Öfkelendiğimde Allah Resûlü benim burnumun uç kısmını tutup sağa sola hareket ettirir ve bana, ismimi tasğîr yaparak, “Ey Uveyş! Aişecik” diye hitap ederdi. Ardından da şu duayı öğretirdi “Ey Ümmî Peygamber Muhammed’in Rabbi olan Allah’ım! Kalbimin öfkesini gider ve beni, fitnelerin dalalete düşürmesinden koru.” Yine bir gün Hz. Âişe’ye yüzünün güzelliğini ifade ederken aynı isimle hitap ederek “Ya Uveyş! Yüzünü ışıl ışıl görüyorum!”1 diye iltifatta bulunmuştu. Bununla beraber beşeriyetin gereği olarak ağızlarından O’nun hoşlanmayacağı bir hitap ya da söz çıksa hemen ondan af ister ve kendileri için istiğfarda bulunmasını talep ederlerdi. Mesela bir yolculuk esnasında Allah Resûlü, Ümmü Seleme validemizin nöbeti sırasında onun hevdeci sanarak Hz. Safiyye validemizin bulunduğu yere gitmiş, gidince de kısa bir müddet onunla konuşmuş ve geriye dönmüştü. Buna alınganlık gösteren Hz. Ümmü Seleme validemiz, Efendimiz dönünce kendisine, “Benim günümde onun yanına gidiyor ve onunla konuşuyorsun, öyle mi!” diye rahatsızlığını dile getirmişti. Ama çok geçmeden böyle bir serzenişte bulunmasının bile O’na karşı büyük bir yanlış olduğunu anlamış ve hemen istiğfar talebinde Künye İle Hitap Etme Arap kültüründe künye ile isimlendirme çok kadim bir uygulamadır. Araplar, değer verdikleri ve hürmet gösterdikleri kimselere, medih makamında isimleri yerine daha çok künyeleriyle hitap ederlerdi. Birisinin çocuğu dünyaya geldiğinde hemen ona nispetle anılırdı Ebû Seleme Seleme’nin babası, Ümmü Seleme Seleme’nin annesi… gibi. İnsanlara ya kız çocuğuna ya da oğlan çocuğuna nispet edilerek künye konulurdu. Hz. Âişe validemiz de bir gün, Peygamberimiz’den kendisine hitap edilirken hem O’nun hem de başkalarının kullanacağı bir künye talep etti. Tam o günlerde de kız kardeşi Hz. Esma da bir erkek çocuk dünyaya getirmişti. Hz. Âişe validemiz de yeğenini hemen kundaklayıp Peygamberimiz’in yanına gelmişti. Peygamberimiz de kendisine getirilen bebeği sevinçle almış ve tahnik yapmıştı. Ardından da daha önce kendisinden künye isteyen Hz. Âişe validemize dönmüş ve “Ya Âişe! O, Abdullah’dır, sen de Ümmü Abdullah’sın” buyurmuştu. Buna çok sevinen Hz. Âişe, ondan sonra bu künye ile de anıla gelmiştir. Bu olaydan hareketle pekâlâ diyebiliriz ki hitapta ihsanı yakalama adına eşler birbirlerine, hoşlarına gidecek yeni adlar verebilirler. Dedelerimizin, ninelerimizin hatta anne ve babalarımızın birbirine hitap ederken kullandıkları, “Bey, Ağa, Adam, Herif, Efendi, Helalim, Hanım ve Hatun” gibi birçok farklı sözcük de bu çerçevede değerlendirilebilir. Fakat bugün bu isimler kırsal kesimlerde varlığını sürdürse de terk edilmeye başlanmıştır. Bu sözcükler kendi içinde eşler arasında sevgi ve saygının yanında ciddiyet ve vakarı da barındıran isimlerdi. Yeni kuşaklar bunların yerine, “Hayatım, Canım, Aşkım, Bir tanem, Tatlım, Güzelim, Yavrum, Gülüm, Çiçeğim, Arım, Balım vs..” gibi hitaplar geliştirmiştir. Bu isim ve sıfatlarla hitap, aile içi dar dairede iletişimi besleyen ve destekleyen güzel hitaplar olsa bile toplum içinde hoş karşılanmayabilir. Dolayısıyla dar dairede kullanılabilecek bu hitaplar yerine toplum içinde, isimle beraber “bey ya da hanım” kelimesinin kullanılması daha saygınlık kazandıracaktır. Eşler Arasında Mahzurlu Hitaplar Bu isimlerin yanında espri yapmak, şaka yollu takılmak ya da aradaki samimiyeti ve sıcaklığı artıracağı zannıyla kullanılan bazı laubali hitap tarzları da vardır ki bunların bir kısmından özellikle kaçınmak gerekir. Mesela bir erkeğin hanımına “kardeşim, bacım” demesi, ya da “anam” diye hitap etmesi mahzurludur. Peygamberimiz bir gün, bir adamın, hanımına, “Bacım!” diye seslendiğini duymuştu. Bunun üzerine kendisine, “Bu, senin kız kardeşin midir?” diye sormuş ve onu bu hitap tarzından nehyetmişti. Zira bu vb. lafızların hepsi mahremiyet çağrıştıran lafızlardır. Bu yönüyle aile üyelerine ait bu özel kavramların eşler arasında birbirine hitap ederken kullanılması asla doğru değildir. Çünkü bir erkeğin hanımına, bu lafızlarla hitap etmesi, hukukî birtakım neticeleri olan “Zıhar” uygulamasının ahkamı altında Kaldı ki ancak muhatabı için kullanılabilecek bu tür özel ifadeleri, eşlerin birbirine hitap ederken kullanması, farklı ilişkileri çağrıştıracağından dolayı da tehlikelidir. Zira mahremiyet sınırını zorlayan bu ifadeler, çocukların saf zihinlerini bulandırabilir, temiz fıtratlarına zarar verebilir ve aile içinde ahlakî inhiraflara eğilim meydana getirebilir. Dolayısıyla bu tür ifadeler hem hukukî hem ahlakî hem de pedagojik açıdan mahzurludur. Kaldı ki bir müminin zihin safveti ve dil nezaheti de bunu kabul etmeyecektir. Mahzurlu Hitaplardan Bir Diğeri Eşler bazen birbirinin ismini açıkça zikretme yerine, “İşte şuradaki/buradaki, bu/şu, bizimki, evdeki vs..” gibi kelimeler kullanmaktadır. Bu ifadeler zahiren mahzursuz gibi gözükse de bunları da kullanmak sağlıklı iletişim açısından isabetli değildir. Zira insanlar bu şekilde anılmaktan hoşlanmazlar. Kaldı ki kendisini böyle anan bir kimsenin yanında bulunan kişi buna karşı tabiatıyla rahatsızlığını izhar eder. Açık ismin kullanılmamasının çoğu zaman sebebi eşler arsındaki çatışma dönemleridir. Nitekim evliliklerde iletişim bozulmaya başladığı anda ilk terk edilen isimdir. Bu yüzden olsa gerek, “Onun ismini bile ağzıma almak istemiyorum” cümlesine hiç yabancı değilizdir. Dolayısıyla ister tarif etmek isterse hafife almak isterse de rahatsızlığın bir ifadesi olarak bu tür bir yola başvurmak eşleri birbirinden daha da uzaklaştırabilir. Bunun için Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, “Ey bu, şu, kişi, şıtt veya ey şey!” gibi kelimelerle yapılan hitapları hoş karşılamamıştır. İnsanların birbirini daima muhatabının hoşuna gideceği en sevdiği ismiyle çağırmasını tavsiye İletişimi bozan bir olay ya da bir durum varsa burada tamir ve tashih edici yaklaşım da ilk önce sözcüklerden başlatılmalıdır. Bu sözcükler arasında bidayette en etkili olanı, o kimseye en hoşuna giden ismiyle hitap etmektir. Bu vesileyle eşine ya da kardeşine karşı problemler yaşayan kimse yumuşayacak ve bundan büyük bir memnuniyet duyacaktır. Bu da Efendimizin nurlu beyanlarında buyurduğu gibi Allah katında en sevimli amellerden birisidir “Farzlardan sonra amellerin Allah’a en sevimli olanlardan birisi de bir Müslümanı sevindirmektir.”1 İnsan bazen bir güzel hitapla bazen bir tebessüm ve iltifatla bazen de bir hediye ile sevinecek ve birbirinden uzaklaşan kalpler yeniden yaklaşacaktır. Bu sayede ölmeye yüz tutmuş sağlıklı iletişim de yeniden canlanmaya başlayacaktır. Güzel sözün makbul sadakalardan sayılmasının bir esprisi de budur. Hafife Alma ve Lakapla Hitap Eşlerin, birbirine hoşlanmayacakları isimler koyarak muhatabını hafife almaması ve alaylı bir üslup kullanmaması da aile içi sağlıklı iletişim adına önemlidir. Bundan dolayıdır ki İslam’da ikili ilişkilerde bu tarz hitap ve davranışlar yasaklanmıştır “Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne malum? Belki alay edilenler, edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler, edenlerden daha hayırlıdır. Bir de kendi nefislerinizde ayıplar aramayın, birbirinizi de ayıplamayın ve birbirinize kötü lakaplar yakıştırmayın, birbirinizi lakaplarla çağırarak yaralamayın…”2 Bu meyanda eşler birbirlerinin eksikliğini ve kusurunu ifade eden sıfatlarla da seslenmemelidir. Böyle bir davranış, eşliğe ve kardeşliğe sığmadığı gibi Allah Resûlü’nün de yasakladığı bir hitap tarzıdır “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahcup etmez ve onu küçük düşürmez. Kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçük düşürmesi kâfidir.” Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bu tür, insanları küçük düşürücü sıfatların ya da yakıştırma isimlerin kullanıldığını duyduğunda bundan en güzel şekilde sakındırmıştır. Mesela bir gün Hz. Safiyye validemize Yahudi asıllı olduğu için Efendimiz’in bir diğer eşi Hz. Hafsa ve Hz. Âişe validemiz, “Sen Yahudi kızısın. Biz ise Resûlüllah’ın amca kızları ve eşleriyiz!” diye biraz takılmış ve bununla ondan daha hayırlı olduklarını ifade etmişlerdi. Onların bu hitaplarından rencide olup çok üzülen Hz. Safiyye validemiz, Peygamber Efendimiz yanına gelince olup-biteni anlatmıştı. Hanımının çok üzüldüğünü gören Efendimiz, gözyaşlarını silerek onu teselli etmiş ve hem ona hem de diğer eşlerine bir daha aynı hataya düşmekten alıkoyacak şu hikmetli çözümü göstermişti “Sen bir Peygamber kızısın. Senin amcan da peygamberdir. Ayrıca bir de peygamberin nikahı altındasın. Öyleyse onlar, sana karşı neyi ile iftihar ediyorlar ki Babam Harun, amcam Musa ve eşim de Hz. Muhammed’dir’ deseydin ya!” Ona, bu sözleriyle büyük bir teselli kaynağı olan Efendimiz diğer taraftan Hz. Hafsa ve Âişe validemize de, “Allah’tan korkun, emirleri ve nehiyleri karşısında saygılı olun” diyerek, aralarındaki iletişimde daha dikkatli olmalarını ders En Güzel Hitapta Bir ölçü Sağlıklı iletişim adına en güzel hitabı ararken isim ya da vasıflarda aşırıya kaçmamak da gerekir. Yoksa en güzeli arayalım derken mübalağa ile zımnî yalanlara girilebileceği gibi muhatabın yaratılış, kabiliyet ve donanımını aşan isimler, onun psikolojisini bozup, kibre-gurura sevk edebilir; eşi, ailesi ve çevresiyle uyumunu bozabilir. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem sadece kötü manalı veya tevhid anlayışına zıt isimleri değiştirmekle yetinmemiş aşırılık ifade eden isimleri de mahzurlu görmüş ve değiştirmiştir. Mesela Hz. Zeyneb bint-i Cahş validemizin asıl ismi, “İyi insan, kusursuz kimse ya da günahsız” anlamına gelen “Berre” idi. Peygamber Efendimiz bu ismi, “Zeyneb” ismiyle değiştirdi. Zira isimlerin insan karakteri üzerinde önemli bir tesiri vardı ve bu isim onu, zamanla kendini beğenmeye sevk edebilirdi. Zaten insanlar da onun hakkında “O, kendisini tezkiye ediyor ve temize çıkarıyor!” diye konuşmaya başlamıştı. Hatta Efendimiz, bu adı değiştirirken “Allah, sizin iyi olanlarınızı en iyi bilendir. Kendinizi temize çıkarmayın”2 buyurmuş ve isim, unvan ve sıfatlarda ifrata kaçılmamasını tembihlemiştir. Dolayısıyla bugün eşler birbirine hitap ederken bu hususa da mutlaka riayet etmelidir. “Eşimi en güzel isimle çağıracağım” diye onun psikolojik dengesini bozabilecek ad ve sıfatlardan kaçınmalıdır. Mesela, erkeğin hanımına, “Meleğim, İyilik Meleğim, İyilik Perim, Tanrıçam vs.” gibi kelimelerle hitap etmesi; yine bu çerçevede kadının kocasına, “Kalbimin sahibi, ya da Hayatımı adadığım, Melek kalplim, Krallar kralı” vs. gibi mübalağalı isim ve sıfatlar da İslam’ın tevhid akidesi açısından mahzurludur. Sonuç Görüldüğü üzere aile içi sağlıklı iletişimin kurulmasında ve sürdürülmesinde eşlerin birbirine hitap ederken seçeceği isim ve sıfatların hayati önemi vardır. Burada da en temel ilke hukukî, ahlakî, dinî, pedogojik ve psikolojik açıdan sakınca içermeyen; vakarı, saygıyı ve muhabbeti artıran ve eşlerin de hoşuna gidecek olan ifadelerle hitap etmektir. Eşlerin birbirine hitap ederken dikkat etmesi gereken bir diğer ölçü de alay, küçümseme, değersizleştirme ve hakareti çağrıştıran, incitici ve gönül kırıcı kelimelerden her zaman uzak durmalarıdır. Bu çerçevede eşlerin birbirini, mutlu edecek, sevindirecek isim ve sıfatlarla çağırması, Nebevî bir yoldur. Bu sünnetin ihya edildiği evler, cennet köşelerinden bir köşe haline gelmeye namzet bereketli, huzur dolu yuvalardır. Eşlerin iletişimi güçlendirdiği zannıyla kullandığı laubali hitap şekilleri ise başta ebeveyn olmak üzere diğer hane sakinlerini de olumsuz etkileyecek, zamanla karşılıklı saygıyı zedeleyecek ve iletişimde korunması gereken makul mesafeye zarar verecek mahzurlu ifadelerdir. Yazar Dr. Selman Kuzu
Antalya'da yaşayan 53 yaşındaki Ersin Akbaş'ın ismiyle ilgili hatalar zinciri doğumu ile başladı. Doğduğunda Ergün ismiyle nüfusa kız olarak yazılan adamın kaydı çok geçmeden düzeltildi. Ancak yanlışlıklar okul hayatında da devam etti. İlkokul diplomasını Ersun ismiyle alan Akbaş, itiraz etti ancak ikinci kez aldığı diplomada ismi Ergin olarak yazıldı. İKİ KEZ ASKERLİK YAPTI Ersin Akbaş, iddiasına göre iki kez de askerlik yaptı. Kendi adıyla 1986-1987 yılları arasında 18 aylık askerlik görevi yapan Akbaş, 1990 yılında Körfez kriziyle çıkan seferberlik sonrası ikinci kez askerliğe çağrıldı. Akbaş, ikinci askerliğini ise Ersün adıyla yaptı. BAŞKASININ ADINA HAPİS YATTI Talihsiz adam, 2008 yılında dava açarak gerçek ismine kavuştu. Ersin Akbaş, yeni kimliğine kavuşsa da şansızlıklar peşini bırakmadı. "Benim çektiğim mağduriyeti Allah kimsenin başına vermesin" diyen Akbaş, 2011 yılında başkasının yerine hapis bile yattı. Ersin Akbaş'ın ismi sebebiyle yaşadığı sıkıntılar, sosyal güvenlik primi ödemelerinde ve iş bulma süreçlerinde de devam etti. "BU ŞANSIZLIK ÖTESİ BİR ŞEY" Yaşadıkları yüzünden hayatının mahvolduğunu belirten Ersin Akbaş, bu durumdan dolayı üniversite okuyan kızıyla dahi sorun yaşadığını anlattı. Akbaş, "Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde okuyan bir insanın çocuğu babasını 4 aydır arayıp sormuyorsa bir sorun var demektir. Kızım telefon açıp 100 lira istediğinde gönderemiyorum. Üzülüyorum. Çocuğun da psikolojisi çöktü. Diyor ki; 'baba televizyonlara çıkma' Kimse hesap soracağım. Kime ne diyeceğim. Bu şansızlık ötesi bir şey. Bıçak kemiğe dayandı artık. Hayatım boyunca 53 yıldır sıkıntı geçiyorum. Devlet büyüklerimizin bu yapılan yanlıştır demesi gerekiyor" dedi. "ERSUN DESELER DE GELİYORUM, ERSİN DESELER DE" Sokakta yürürken insanların kendisini farklı isimlerle çağırdığını ve böyle bir durumda kendisini çaresiz hissettiğini aktaran Akbaş, "5 tane isim var. Hangi birini anlatayım. Bu isimlerden bir tanesini bile ben istemedim. Her isim benim aslında ama bir tanesine sahip çıkamadım. Kendime sahip çıkamadım. Devletin bana sahip çıkması gerekiyor. Suçlu olanlardan hesap sorulması gerekiyor. Sokaktayken hangi isimle çağırırlarsa çağırsınlar bakıyorum. Ersun deseler de geliyorum, Ersin deseler de geliyorum. Gelmek zorundayım, başka şansım yok. Mecbur olduğum için kabul etmek zorundayım. Bıktım, yoruldum artık" diye konuştu. AVUKAT "GELEN SONUCA GÖRE YASAL SÜRECİ BAŞLATACAĞIZ" Akbaş'ın avukatlığını üstlenen Av. Bekir Alim, konunun incelenmesi için Sosyal Sigortalar Kurumuna SSK başvuruda bulunduklarını söyledi. SSK ve nüfus müdürlüğü nezdinde 2 farklı süreç işleyeceğini belirten Alim, "Nüfus müdürlüğünde yapılan isim yanlışlıklarından dolayı müvekkilimin adeta hayatı karardı. Doğumunda Ergün isminde kız olarak kaydediliyor. Daha sonraki süreçte birçok isim yanlışlığı yapılıyor. Gerek kimlik yenilemelerde, ehliyet alışlarda, evlenişinde, okul hayatında her şeyde bir isim yanlışlığı ortaya çıkıyor. Bundan dolayı müvekkilim hayatında bir düzen oturtamamış. İş konusunda sıkıntılar yaşamış. Başvurumuzu yapacağız ve sonucu bekleyeceğiz. Gelen sonuca göre yasal süreci başlatacağız ve müvekkilimin mağduriyetinin giderilmesi için çalışacağız" ifadelerini kullandı. "ADAM RESMEN PERİŞAN OLMUŞ" Müvekkili için 'adam resmen perişan olmuş' diyen Alim, sözlerini şöyle sürdürdü "Hayatı boyunca çektiği sıkıntıları bana anlattı, insanın içi kararıyor açıkçası. Ersin Bey'in yaptığı bütün başvurulardan sonuçsuz eli boş olarak ayrıldı. Son yapacağımız başvurudan sonuç çıkmaz ise dava açmaktan başka şansımız kalmayacak. Devlet büyüklerimiz bu işe el atmadan bu işin çözülme olanağı zor." Güncelleme Tarihi 02 Ocak 2020, 2102
Özellikle yalnız kaldığınız ya da zihninizin herhangi bir şeyle meşgul olmadığı anlarda kendinizi sonsuz bir ihtimaller denizinin ortasında, ardı arkası kesilmeyen düşüncelerle çevrilmiş buluyor musunuz? Bazen kitap okurken, bazen meditasyon yaparken, bazen çalışırken, çoğu zaman da uyumaya çalışırken… Dallanıp budaklanan ve düşündükçe daha da içinden çıkılamayacak hale gelen düşünce süreci psikolojide anksiyeteden depresyona pek çok ruhsal problemle ilişkilendirilen overthinking, yani aşırı düşünme olarak adlandırılıyor. İhtimaller üzerine kurulu olan yaşam yolculuğunda, tüm deneyimlerimizi, geçmişte yaşadıklarımızı ve gelecekte başımıza gelebilecekleri analiz etmek ve elimizdeki somut’ verilere göre plan yapmaya çalışmak insan doğasının ayrılmaz bir parçası. İhtimallerin değişen doğasıyla birlikte değişebilen düşünce süreçleri aşırı hale geldiğindeyse kendimizi gerçek olamayacak, hayal gücümüzün ürünü olan zorluklarla baş başa bırakabiliyor, çözemeyeceğimiz problemleri çözmeye çalışarak boş yere enerji ve zaman harcayabiliyor, kontrol edemeyeceğimiz pek çok olayı kontrol edebileceğimiz yanılgısına kapılarak yaşamı olduğundan daha zor hale getirebiliyoruz. Ve bunu parmağımızı bile oynatmadan, sadece zihnimiz aracılığıyla gerçekleştiriyoruz. İlginizi çekebilir Olumsuz düşünceler sizi ele geçirdiyse Psikolojik danışmanlık size nasıl yardımcı olur? Aşırı düşünme overthinking nedir? Kimi zaman daha farklı ne yapabileceğimizi görmek, kimi zaman yaşadığımız deneyimleri anlamlandırabilmek, kimi zamansa mükemmeli arzulamak gibi motivasyonlarla çıktığımız uzun ve zorlu düşünme yolculukları psikolojide ruminasyon ya da aşırı düşünme overthinking olarak adlandırılıyor ve kendine odaklı dikkati içeren, kişinin olumsuz duygularına tekrarlayan ve pasif bir şekilde odaklanarak olumsuz ruh haliyle başa çıkma yöntemi’ olarak tanımlanıyor. Aşırı düşünmenin neden ve nasıl probleme dönüştüğünü daha iyi açıklayabilmek için bir örnek üzerinden ilerleyelim Yeni başladığınız işinizde müdürünüzün ismini bir şekilde yanlış biliyorsunuz ve ona sürekli bu isimle hitap ettikten birkaç gün sonra isminin farklı olduğunu öğreniyorsunuz. Bunu öğrendiğiniz an kendinizi nasıl hisseder, neler düşünürdünüz? Anksiyete seviyesi yüksek olmayan ve bu tarz durumlar karşısında takıntılı düşünceler geliştirmeyen kişiler genelde yaşanan yanlış anlaşılmayı karşılarındaki kişiyle açık şekilde paylaşarak özür dileyebilir ve yaşamlarına kısa sürede kaldığı yerden devam edebilirler. Ancak bu duruma fazla odaklanan ve fazla düşünen biri akşam eve gittiğinde bu durumu farklı şekillerde zihninde canlandıracak, durumun beraberinde getirebileceği tüm ihtimalleri düşünmeye çalışacak, hatta belki uykusundan uyandığı ilk anda bu durumun kariyerine verebileceği zararları, terfi alamamasına neden olacağını, müdürüyle ilişkisini bozacağını ve çok daha fazlasını düşünerek zihninde felaket senaryoları yaratacaktır. Bu, çok önemsiz ve basit bir örnek gibi görünebilir; ancak aşırı düşünmenin hayatınızın birçok anını nasıl ele geçirebileceğini de oldukça iyi gösterebilir. Geçmişte yaşanan ya da gelecekte yaşanabilecek durumlar üzerinde fazla durmak ve felaket senaryoları üretmek, aşırı düşünen bir zihnin neler yapabileceğinin en klasik örnekleridir. İlginizi çekebilir Ruminasyon nedir Zihninizin kontrol etmek için ruminasyonu fark edin Aşırı düşünme eğilimimiz nereden geliyor? Tıpkı anksiyete, depresyon, stres bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıkların semptomları gibi aşırı düşünme eğilimimiz de evrimsel olarak ilkel koruma içgüdülerimizden kaynaklanıyor. İlkel beyin, organizmayı koruma içgüdüsüyle her durumu mümkün olan en kötü perspektiften görme eğilimindedir. İlkel beynin bu olumsuz bakış açısı, bizi hayatta tutmak için aşırı tetikte olmasından kaynaklanır. Beynin görece sonradan gelişen ve entelektüel düşünme süreçlerini kontrol eden frontal lobu, yani düşünen beyin’ müdürümüze yanlış isimle seslenmenin işimizi kaybetme, terfi alamama gibi durumlara neden olmasının mantıksız olduğunu söylese de; aşırı düşünme eğilimi olan kişiler bilinçaltlarında en kötüye odaklanmanın ve her türlü felakete karşı hazırlıklı olmanın hayatta kalmak için gerekli olduğuna dair yerleşmiş inançlar taşır. İlkel beyin tarafından yönetilen bu süreç kaygıyla kendini göstererek, stres ve çaresizlik duygularını şiddetlendirir. İlginizi çekebilir Kontrolden çıkan düşünme atakları ile baş etmenin 5 yolu Aşırı düşünme psikolojik bir rahatsızlık mı? Psikolojik rahatsızlıkların sınıflandırmasında Aşırı Düşünme Bozukluğu’ diye bir ruh sağlığı problemi yer almasa da, özellikle anksiyete problemi olan kişilerin aşırı düşünme ya da ruminasyon yapması çok sık karşılaşılan bir davranış örüntüsü. Herhangi bir konuya takılıp kalmak ve o konuyla ilgili süregelen bir endişe taşımak aşırı düşünmeyi tetikleyebilen ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir yaklaşım. Aşırı düşünmeye neden olan faktörler kişiden kişiye değişiklik gösterse de, aşırı düşünme durdurulamadığında travma sonrası stres bozukluğu, sosyal anksiyete bozukluğu, panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, fobiler ve madde bağımlılığı gibi pek çok problemi beraberinde getirebiliyor. Yapılan araştırmalar, aşırı düşünmenin özellikle anksiyetenin ve panik bozukluğun en sık karşılaşılan semptomları arasında yer aldığını gösteriyor. Bir sonraki panik atağın ne zaman geleceğini zihinde taşımak ya da kaygılı olmaktan kaygı duymak gibi ikincil semptomlar aşırı düşünme ve gerçekçi olmayan düşüncelerle kendini daha da kaygılandırma döngüsüne girmemizin en önemli sebepleri arasında. Ancak tabii ki sürekli olarak ruminasyon yapmak için anksiyete ya da panik bozukluğunuzun olması gerekmiyor. Zaman zaman hepimiz bazı konular üstüne gerekenden fazla kafa yorabiliyoruz. Birine söylediğimiz herhangi bir şey ya da yaptığımız herhangi bir davranış, okulda ya da işte performansımızın nasıl olduğuna fazla odaklanmamız, diğer insanların bizi nasıl gördüğüyle ilgili varsayımlarımız, takıntılarımız, keşke’lerimiz, acaba’larımız, bunun yerine onu seçseydim ne olurdu’ya olan merakımız, bardağın boş tarafını görme eğilimimiz, zihnimizdeki felaket senaryoları, hatta yaşamın bilinmezliği ve geleceğin belirsizliği gibi varoluşun doğasında olan durumlar bile aşırı düşünmemize neden olabiliyor. Aşırı düşünme tek başına psikolojik bir rahatsızlık olmasa da, zihinsel ve duygusal dünyamıza zarar verebiliyor. Örneğin, stres, korku ve kaygı gibi hoşnut olunmayan duyguları ortaya çıkaran tüm düşünceler kaygı bozukluğu geliştirilmesinin en önemli sebepleri arasında. Herhangi bir durum üstüne gerekenden fazla odaklanmak, aşırı düşünmenin takıntıya dönüşmesine ve obsesif kompulsif bozukluk geliştirilmesine de zemin hazırlayabiliyor. Kendimizi, hayatımızı, ailemizi, arkadaşlarımızı ya da herhangi bir şeyi merak ettiğimizde ya da endişelendiğimizde, bu durumu bir süre devam ettirip genelde kısa bir süre sonra günlük yaşantımıza kaldığı yerinden devam edebiliyoruz. Bazı durumlardaysa endişemiz çok daha uzun süre devam edebiliyor ancak sürekli düşünmüyoruz. Endişe yaşamımızın kalanına müdahale etmiyor. Endişe durumu çok uzun süre devam ettiğinde ve durum ya da durumla bağlantılı diğer düşünceler sürekli olarak zihni meşgul etmeye devam ettiğindeyse, aslında zihni meşgul eden tek şey endişe haline gelmeye başlıyor ve takıntılı olmadığınız, normalde hiç önemsemediğiniz konularda bile endişelenmeye başlayabiliyorsunuz. İlginizi çekebilir Hangi düşünme tuzaklarına sahipsiniz 5 düşünme tuzağını fark edin Aşırı düşünmenin belirtileri nelerdir? Farklı olabilecek durumları, farklı yapabileceğiniz tüm ihtimalleri tahmin etmeye çalışmak, verdiğiniz her kararı en az iki kez düşünmek ve yaşamın her anında başınıza gelebilecek en kötü senaryoları hayalinizde canlandırmak zihniniz için son derece yorucu ve yıpratıcı sorumluluklar olmalarının yanı sıra, kırılması da son derece zor olan alışkanlıklar. Aşırı düşünmenin modern dünyada bu kadar yaygın görülen bir alışkanlık olmasının en önemli sebebi de, herhangi bir konu üstüne çok fazla düşünmenin en iyi çözümü bulmanın anahtarı olduğuna kendimizi ikna etmiş olmamız. Ancak tam tersine, herhangi bir konu üstüne ne kadar uzun düşünürsek, üretme sürecine geçmemiz ve çözüm içim aksiyon almamız da bir o kadar enerji ve zaman tüketebiliyor. Aşırı düşünme problemiyle nasıl başa çıkabileceğinizin cevabı, hangi zamanlarda aşırı düşündüğünüzü anlayabilmenizde gizli. Peki, hangi zamanlarda ve durumlarda aşırı düşündüğünüzü nasıl anlayabilirsiniz? Kişinin kaygı seviyesiyle önemli derecede bağlantılı olan aşırı düşünme, günlük yaşamda şu durumlarla kendini gösterebilir; Herhangi bir sohbet sırasında karşınızdaki kişinin söylediklerini takip etmekte ve konuşmakta zorlanırsınız. Zihniniz olası yanıtların ve ifadelerin üzerinden tekrar tekrar geçmeye odaklanacağı için konuşma sona erene kadar, sürekli olarak düşünür ve konuşma sırasının size geldiği zamanları etkili şekilde değerlendirmekte zorluk yaşarsınız. Kendinizi sürekli çevrenizdeki diğer insanlarla karşılaştırır, onlara kıyasla ne kadar iyi ya da kötü olduğunuzun muhasebesini yaparsınız. Kendinizi ya da sevdiklerinizi düşünürken sürekli olarak olumsuz durumların, olabilecek en kötü senaryoların içinde hayal edersiniz. Geçmişte yaptığınız hataları ya da başarısızlıkları unutamaz, geçmişi geçmişte bırakamazsınız. Gelecekte karşı karşıya kalabileceğiniz sorumluluklar, görevler ya da hedeflerle ilgili devamlı olarak endişe taşır, başarmanızın imkansız olduğuna inandığınız noktaya kadar kaygı seviyenizi artırmaya devam edersiniz. Geçmişte yaşadığınız travmatik deneyimleri zihninizde sürekli olarak canlandırmaya devam ettiğiniz için bu durumu atlatmak ya da başa çıkmak için herhangi bir adım atamazsınız. Kesinliği olmayan düşünceler ve duygular arasında kendinizi kaybolmuş gibi hissedebilir, bu düşünce ve duyguları düzenlemek konusunda zorluk yaşayabilirsiniz. İlginizi çekebilir Hayata iyi tarafından bakın 3 adımda olumlu düşünme alışkanlığı Aşırı düşünme nasıl engellenir? Aşırı düşünme probleminin yaşamınızın diğer alanlarını etkilememesi için uygulayabileceğiniz stratejileri önümüzdeki günlerde, tüm detaylarıyla Haftanın Teması kategorimizdeki yazılarımızda sizlerle paylaşacağız. Ancak özet olarak, aşırı düşünme problemiyle başa çıkmak için yapabilecekleriniz şöyle Aşırı düşünmenin problem çözmek ya da planlama yapmaktan oldukça farklı bir davranış olduğunun farkına varın. Araştırmalar, dikkat dağıtıcılarla zihnin odağını farklı bir yöne çekmenin, aşırı düşünmenin engellenmesi konusunda oldukça etkili bir strateji olabileceğini gösteriyor. Düşüncelerinizle savaşmayı ve mücadele etmeyi bırakıp zihninizdeki düşünceleri olduğu gibi kabul etmeyi deneyimleyin. Mükemmeliyetçi yanlarınızı ve gerçekçi olmayan beklentilerinizi gözden geçirin. Bilişsel Davranışçı Terapi tekniklerini kullanarak kalıplaşmış düşüncelerinizin ve inançlarınızın farkına varın ve bu inançları nasıl değiştirebileceğinizi öğrenin. Aşırı düşünmek için kendinize gün içinde, 30 dakikalık özel bir zaman aralığı belirleyin. Aşırı düşünmeye başladığınız her an, düşündüğünüz konuyu bu özel zaman aralığında düşünmek üzere bir kenara not edin. Mindfulness tekniklerini kullanarak düşüncelerinizle kurduğunuz ilişkiyi yeniden yapılandırın. Düşüncelerinizin zihninizin etrafında dönüp durmasına izin vermek yerine hepsini yazıya dökün ve somut olarak görmeye çalışın. Yaşadığınız problemi çevrenizdeki diğer insanlarla paylaşarak olayları ve durumları farklı bakış açılarından görme fırsatı yaratın. Sevdiğiniz aktivitelerle istemli bir şekilde meşgul olarak aşırı düşünmenin ortaya çıkardığı olumsuz duyguların yerini alabilecek pozitif duygular yaratmaya çalışın. Aşırı düşünme, çoğu zaman farkında olmadan karar alma süreçlerinizi, olaylarla ilgili doğru değerlendirmeler yapabilmenizi, kişiler arası iletişiminizi, duygu düzenleme becerilerinizi ve yaşamınızın her alanında ilerlemenizi sekteye uğratabilen bir davranış şekli. Aşırı düşünmeyle başa çıkabilmenin yollarını öğrenmek, günlük yaşamınızda aşırı düşünmenin neden olduğu problemleri en aza indirebilmek ve aşırı düşünmenin planlama yapmaktan ya da problem çözmeye çalışmaktan nasıl ayrıldığının farkında olmak çok daha huzurlu, kendinden emin ve mutlu bir yaşamın formülü. İlginizi çekebilir 6 basit yöntemle olumsuz düşüncelerle baş edebilirsiniz
yanlış isimle hitap etmek psikoloji